SON DAKİKA
Prof. Dr. Sedat Aybar
Tekirdağ Valisi Enver Salihoğlu
Sanayi Bölgelerii Genel Müdürü Yaşar…
ÇOSB Başkanı Eyüp Sözdinler
"PARALI BAŞKANI AT, PROFESYONEL YÖNETİME GEÇ"- Doç. Dr. Gökçe, “Başarının şifresi şu: Altyapı, altyapı için antrenör yetiştirme, altyapıdan oyuncu alma, mümkün olduğu kadar az paralı transfer, gençlere para verme, profesyonel başkan. Türkiye’de ise bunların tamamen tersi var” dedi.
Bahçeşehir Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Deniz Gökçe, güncel ekonomiyi ve güncel futbolu da yakından izleyen bilim insanlarından birisi. Yıllardan bu yana futbol maçlarının yorumlarına ek olarak sık sık futbolun esenliği adına bilimsel gözlemler ve yaklaşımlarda bulunan değerlendirmeleri de içeren yazılar kaleme alıyor. Dünya ve Türkiye futbolunun içinde bulunduğu büyük sorunlara değinen Deniz Gökçe, Borussia Dortmund ve Bayern Münih’in yönetim tarzının futbolun krizden çıkışta örnek alınacak yönetim modelleri olduğunu vurguluyor. Doç. Dr. Gökçe’ye ‘Global’ Sanayici adına sorduğumuz sorular ve aldığımız yanıtlar şöyle: - Siz yakın zamanda Avrupa’nın en büyük kulüplerindeki mali skandalları, yönetim sorunlarını yazdınız. Borçla yaşamak, kulüplerin doğal yönetim biçimleri haline gelmiş. Türkiye de Avrupa’dan farklı değil. Sürekli borçlanma ve mali açık ile bu iş nereye gidecek? - Bu işin temelinde iki tane önemli unsur var. Bir tanesi taraftarla ilişkili. Öbürü de kulüp yapısı, durumu, yöneticilerle ilgili. Önce taraftardan başlayalım. Çünkü Türkiye’deki taraftara kabul ettirdiğin şeyleri yurt dışında kabul ettiremezsin. Neden? Türkiye’deki tipik bir taraftarı alalım. Türkiye’de 1950’de nüfusun yüzde 15’i kentsel, yüzde 85’i kırsal. Bugün ise nüfusun yüzde 75’i kentsel. Yani 50 milyon kişi son 50 senede kırdan kente gelmiş. Şimdi ne oluyor? Eskiden sadece baba çalışırken anne de çalışmaya başlıyor. Gelirken 3-5 çocukla geliniyor. İş bulma olanağı artıyor, hayat standardı yükseliyor ama giderleri de büyüyor. Çünkü çocuk kırda işgücü ama kentte tüketim makinası. Bir de orada bir düzen var. Köy kahvesinde oturan ihtiyarların önünden ağzında sigara ile geçemez çocuklar. Ayrı bir sosyal yapı var. Kentte ise her şey serbest. Apartmanda oturanlar bile birbirini tanımıyor. Bu serbestinin yanında bir de ilginç bir şekilde yalnızlık başlıyor. RENKLER AYRI, TARAFTAR AYNI Büyük kentteki tipik bir Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray taraftarını ele alalım. Genç bir çocuk, sanayi çarşısında çalışıyor. Bu çocuk Pendik Kurtköy’ün arkasından, 30 kilometre ilerideki işyerine 4 araç değiştirerek geliyor. Sanayi çarşısına sabah sekizde geliyor ve öğle arasına kadar durmadan çalışıyor. Öğleyin de bir yandan atıştırırken duvarın üstüne çıkıp kızları seyrediyor. Hayatla ilişki kuracak. Bir gün köfte ekmek, bir gün sucuk ekmek yiyor. Sonra işbaşı yapıyor ve akşam 7’ye kadar çalışıyor. Patron gidiyor, bu da 8’e kadar temizlik yapıp kapatıyor. Haftanın altı günü böyle çalışıyor. Bu adamın diskosu yok, okulu yok, sosyal etkinliği yok. Hafta içi her gece saat 10’da ev varıyor. Kahvede birkaç el hoşkin, prafa veya maça kızı oynuyor. Saat 11’de yatıyor ve ertesi sabah yine saat 6’da ayakta. Cumartesi dahil haftanın altı günü bu şekilde yaşıyor. Toplum içine girdiği tek gün Pazar günü. Öğleye kadar uyuyor. Sonra kahveye gidip arkadaşlarıyla buluşuyor. Eğer Fenerbahçe’li ise Fenerbahçe stadının orada kendin pişir kendi ye lokantasında bir şeyler yiyorlar. Biralarını içiyorlar. Hayatta ben varım, ben buradayım ve yaşıyorum dediği tek yer o sucuk kokan stat. Orada onun kahramanları var, arkadaşları var, maçlarda görüştüğü kişiler var. İngilizce tabiri ile ‘he is somebody’ yani orada artık o bir kimlik. Sürekli, ‘en büyük benim’ ve ‘ben varım’ diye bağırıyor. ‘En büyük Fener’ diye bağırırken aslında ‘En büyük benim’ demek istiyor. Bunu ortaya koyan şey nedir biliyor musun, takım mağlup olursa kavga çıkartır, kapris yapar. Eğer kendi takımının oyuncularına güvenmiyorsa, son dakikada şampiyonluğu kaybetmiş ise, bu çok önemli, ‘futbolcular sahtekar, en büyük taraftar’ diye bağırır. Yani adamın yaşamda var olduğu tek yer tribünlerdir. Bu nedenle 10 liralık formaya rahatlıkla 100 lirayı verir. Bu adam, kentsel, toplumsal hayatta üretilmiş bir makinadır. 30 YAŞIN ALTINDA FUTBOLCU GELİR Mİ? Şimdi bu taraftarı kandırmak çok kolay. Kim kandırıyor bu taraftarı? Tabii ki yöneticiler. Sana en iyi futbolcuları getirdik diyorlar? Sen 30 yaşın altındaki futbolcuyu getirebilir misin Türkiye’ye? 30 yaşın altındaki futbolcu sakatlanır öyle gelir. Ama iyi paraya. Herkes zannediyor ki parayı başkan veriyor. Parayı başkanlar vermiyor ki. Başkanlar, parayı toplamayı beceriyor. Sonuçta o paranın önemli bir kısmı borç. Çünkü bankadan kredi alıyor. Peki ne oluyor? Kulüp borç yükü arttıkça çukura giriyor. Aziz Yıldırım, iki sene daha şampiyonluğu kazanacağız ve 3 yıl arka arkaya şampiyon olacağız, dedi. Çünkü önünde Galatasaray örneği var. Galatasaray’la yarış yapacak. İki sene şampiyon olamadı. Birisinde Beşiktaş, diğerinde Galatasaray şampiyon oldu. Daha sonra olmadık şeyler yaptı. Paralı başkan demek, iflasa hızla gidiş demek. Çünkü rakibin yaptığını sen de yapıyorsun. Fener aldı mı Galatasaray da alacak.
- Gelelim Avrupa’ya. Gözümüzün önünde canlı örnek var. Beş tane büyük lig var: İtalya, İngiltere, İspanya, Almanya ve Fransa. Bunlardan Alman ligi iflas etmez. Bir iki kulüp tehlikeye girdi ama o kadar. Fransa sallanıyor. İngiliz kulüplerinin yatacak yeri yok. İtalya’daki kulüpler zaten müflis durumda. Onun için şike yapılıyor. Berlusconi’nin sahip olduğu Milan ile Agnelli ailesinin sahip olduğu Juventus, hile ve şikeden dolayı ceza aldılar. Birisinin 15 puanı silindi, diğeri küme düşürüldü. Başbakanın takımından 15 puan silindi. Bizde böyle bir şey de yok. Çünkü bizde, taraftara karşı rezil olmamak için siyasetçi devreye giriyor, sahaya yansımamıştır, diyor ve kanun maddesini değiştiriyor. Böyle şey olur mu? BORUSSIA VE BAYERN ÖRNEKLERİ - Batmış Borussia Dortmund bugüne nasıl geldi? - En güzel örnek bu seneki Şampiyonlar Ligi. İki Alman takımı oynadı finali: Borussia Dortmund ve Bayern Münih. Dortmund 2005-2006’ya kadar altyapı ile geliyor, sonra Bayern Münih ile baş etmek için transferlere giriyor. 40-50 milyon euroluk borç birikince kulüp ödeyemez hale geliyor. Bayern Münih’ten iki milyon Euro borç alıyor. Sonunda atıyorlar paralı başkanı. Galatasaray’ı Neuchatel Xamax’a karşı savunan bir avukatı kiralıyorlar ve kulübün profesyonel yöneticisi oluyor. Bir de finans işini yönetecek adam tutuyorlar. Altyapıya büyük özen . 2006’da bu operasyon yapılıyor ve iki senedir zirvedeler. Şampiyonlar Ligi finalini oynadılar ve Almanya Süper Kupası’nı Bayern Münih’i yenerek aldılar. Borussia Dortmund’un stadı 80 bin kişilik ve her maçta dolu. Neden biliyor musun? Çünkü, bölge eski maden yeri ve kömür artık kalmadı. Artık insanların ilgileneceği tek şey kaldı, o da futbol. En ucuz şey futbol. Dortmund’un 200 bin üyesi var ve üyelerin parasıyla ayakta duruyor. Bayern Münih’te de yönetici Uli Hoeness tepede. Hoeness aslında kendisi zengin, maaşlı yöneticilik yapıyor. Altta 9 kişilik yönetim kurulu var. Yönetim kurulunda eski Bavyera Başbakanı, Allianze’ın genel müdürü gibi kişiler görev yapıyor. Onlar yılda iki kez toplanıyorlar ve fikir veriyorlar. Altta da takımı şimdi Josep Guardiola yönetiyor. Eskiden Franz Beckenbauer vardı. Bayern’in 70 bin kişilik stadı ve 185 bin üyesi var. Üyelerden fiks bir para alınıyor. Her üyeden mesela 2’şer bin Euro alsa iyi bir gelir sağlar. Biz kolaycıyız. Milyon dolarlık birkaç kişi peşinde koşuyoruz. Bayern Münih’in hisseleri üyelere ait. Sadece iki kurumun Bayern Münih’te hissesi var. Bunlar Allianz Arena’yı yaptılar ve Allianz’a ve Audi’ye hisse sattılar. O hisseleri verip kredi aldılar. Stadı yaptılar, Allianz’ın ve Audi’nin reklamlarını taşıyorlar. Para geldikçe ödeme yapıyorlar ve hisseler genel üyelere veriliyor. Yani üyeler hakiki hisse sahibi, paralı başkan yok, profesyonel yönetici var. Aşağıda altyapı var. Aslında Barcelona da böyle. Başkanı yok. Ama Real Madrid ‘eşek yüküyle’ para harcıyor ve devlet tarafından korunuyor ya Barcelona Katalanların milliyetçilik sembolü. Milliyetçilik işin içine girdiğinde taraftardan toplanan paralar hesapsızca harcanıyor. Çünkü yenmeye mecbursun Real Madrid’i. Onun için onlar da ipin ucunu kaçırdılar. Yapıları aslında Bayern Münih’e benziyor. Şifre şu: Altyapı, altyapı için antrenör yetiştirme, altyapıdan oyuncu alma, mümkün olduğu kadar az paralı transfer, gençlere para verme, profesyonel başkan. Türkiye’de ise bunların tamamen tersi var. BİZİMKİLER BU BORCU KAPATAMAZ - Bu futboldaki doğru çizgi değil mi? Bizim sistemde, transferler için büyük paralar harca, her zaman bu paranın ancak bir kısmının karşılığını al, ödeme yap ama verim alma, borçların her yıl hızla büyüsün, başkan da işte şu süper yıldızı getirdim diye taraftarı avutsun. Roberto Carlos diye bir süper star geldi, aklımızda kalan sadece ona ödenen paralar. Şimdi de Didier Drogba konuşuluyor. - Bu çizdiğin şablon Türk futbolu için aynen doğru. Roberto Carlos’un antrenör olarak ne yapacağını göreceğiz. Bunları aracılar, menajerler kulüplere satıyor. Futbolda taraftar kurban, sömürücü de paralı kulüp başkanı. Türkiye’de futbola siyaset de katılıyor. Manchester United senelerdir şampiyon. 350 milyon sterlin borçları var. - Bizimkilerin durumu da aynı. Galatasaray’ın bu borcu kapatma ihtimali var mı? - Hayır. Fenerbahçe’nin ve Beşiktaş’ın da yok. Buralarda iki yapı var. Birincisi örneğin Fenerbahçe Spor Derneği. Derneğin sorumluluğu ne? Bir bilanço ve gelir-gider tablosu yayınlar, iki tane denetçisi vardır, onlar imzayı atarlar, belli sayıda basılır ve genel kurula verilir. 2008 yılında bunları takip ettim. Bir de profesyonel şirket var, Sportif A.Ş. Sermaye Piyasası Kurulu’na ve UEFA’ya hesap vermek zorunda. Onlar dernek değil, anonim şirket. A.Ş.’nin bilançosunda 200 milyon dolara yakın banka borcu var. Kendi üyelerine dağıttığı genel kurul raporunda 40 milyon dolar yazıyor. UEFA, audit edilmiş bilanço ve gelir tablosunu istiyor, dernekte ise öyle bir şey yok. Sen tut rakamı burada düşük göster ve Deloitte’in A.Ş. için verdiği raporu da dernek raporunun üstüne yapıştırıp üyelere öyle ver. Ben yakaladım ve bununla ilgili dört tane yazı yazdım. Başkan hiçbir şey diyemedi. TARAFTAR ARAŞTIRMASI Ben Amerika’dan döndüğümde, Cumhuriyet gazetesinde basket yazıları yazacaktım. Cumhuriyet’in başında da Mülkiye’den arkadaşım Hasan Cemal vardı. Futbol seyircisinin sosyo ekonomik profilini çıkaralım dedi. İsmet Berkan’la oturduk, 200 Fenerbahçeli, 200 Galatasaraylı ve 200 Beşiktaşlı taraftarla görüşmeler yaptık. İnsanlarla konuştukça gördük ki aynı tip adamlar. Beşiktaşlılar biraz devletçi, biraz solcu. Çarşı, her şeye karşı, sloganı aynen onları temsil ediyor. Fenerbahçeliler Türkiye’nin tam göbeği. O günden sonra yazmaya başladım, ‘Fener düzelirse Türkiye düzelir’ diye. Galatasaraylılar mektepli ukala. Zengin ama para vermez. Fenerbahçeli canını verir ama gariban. - Medya da umutsuz durumda değil mi? - Evet medya da medya değil. - Medyadan futbolun düzelmesi, iyileşmesi, gelişmesi yolunda hiçbir çaba gelmiyor. Taraftarlardan bunu beklemek ne kadar gerçekçi olabilir? Politikacılar futbolu kendi çıkarları için kullanıyor. Futbol kulüplerinin yöneticileri ise yetersiz, problemli. Buradan futbol adına nasıl iyi bir şey çıkacak? - Halbuki olması gereken şudur: Ciddi altyapı, altyapı antrenörü yetiştirme, gençlere fırsat verme, borca girmeme, profesyonel yönetim. İşte bunlar bizde tam tersi. Türkiye’nin takımları, Bayern Münih ve Borussia Dortmund’un yaptıklarının aksini yapıyor. Yükleniyor...
İLGİLİ HABERLER
YAZARLAR
Tümü
ÖZEL HABER
HAVA DURUMU
SÜPER LİG
|
|