SON DAKİKA
Kutsanmış şehir : URFAÇiftçilik tarihinin başladığı ‘Peygamberler Şehri’, ‘İnançlar Diyarı’, ‘Kutsanan Şehir’ olarak tanınan Urfa’daki gezimize kent içinde başlayıp, Harran’a, Birecik’e, Ceylanpınar’a, Göbeklitepe’ye, Halfeti’ye, Atatürk Barajı’na gideceğiz. İnsanlık tarihinin bu çok önemli bilim, inanç, tarım ve turizm kentini, medeniyetler beşiğini buyurun birlikte gezelim.
HALİL SAVAŞ
Urfa’nın gezilip görülecek yerlerini anlatmaya başlamadan önce isminden ve tarihinden bahsetmenin yararlı olacağını düşünüyorum. Sizi önce Urfa tarihinde bir gezintiye çıkarmak istiyorum. Arami dilinde Urhay, Grekçe yazılışıyla Orrhei denilen kente İskender’in fethinden sonra Makedonlar Edessa adını vermiştir. Arap dilindeki söylenişiyle Ruha denilen kent XV. yüzyıldan bu yana Urfa olarak adlandırılmaktadır. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda halkının gösterdiği kahramanlıktan ötürü, 1984 yılında çıkarılan bir yasa ile “Şanlı” unvanı verilmiştir. Resmi adı Şanlıurfa olan kente halkı tarafından Urfa denilmektedir. Ben de bu yazımda kentin adını Urfa olarak kullanacağım. KURULUŞ TARİHİ BELLİ DEĞİL Urfa kadim bir şehirdir yani kuruluş tarihi kesin olarak tespit edilemeyen en eski şehirlerden biridir. Rivayetlere göre Hz. Adem eşi Hz. Havva ile birlikte hayatının bir evresinde gelip bu bölgeye yerleşmiş ve ilk buğdayı Harran Ovası’nda ekerek çiftçilik tarihini burada başlatmıştır. Sabanın toprakla buluşması, öküze boyunduruk vurulması ilk kez bu coğrafyada gerçekleşti. Ünlü tarihçi Ebul Farac’a göre Urfa, Nuh tufanından sonra kurulan ilk şehirlerden biridir. Yapılan arkeolojik araştırmalar, günümüzden 11 bin 500 yıl öncesinde bu bölgede yerleşik bir hayatın olduğunu bilimsel olarak kanıtlamaktadır. Balıklıgöl’ün yanıbaşında yapılan kazılarda ortaya çıkan ve Urfa Müzesi’nde sergilenen “11.500 Yıllık Dünya’nın En Eski Heykeli” , şehir merkezine 17 kilometre mesafedeki Göbeklitepe’de ortaya çıkan “11.500 Yıllık Dünya’nın En Eski Tapınağı” Urfa tarihi açısından çok önemli kanıtlardır. KİMLER GELDİ, KİMLER GEÇTİ? Kent 11 bin 500 yıllık süreçte Ebla, Asur, Pers, Makedonya, Roma, Arap, Bizans gibi uygarlıkların egemenlikleri altına girmiş. 1087’de Selçuklu hakimiyetine giren şehir, 1098’de Haçlılar tarafından ele geçirilmiş, Urfa Haçlı Kontluğu kurulmuştur. 48 yıl hüküm süren Kontluk 1144 yılında İmameddin Zengi tarafından kurtarılıp Eyyübiler idaresine girmiştir. Bundan sonra Memlük, Türkmen aşiretleri, Timur Devleti, Akkoyunlular, Dulkadir Beyliği, Safaviler hakimiyetlerini gören Urfa, 1517’de Osmanlı yönetimine geçmiştir. 24 Mart 1919’ da önce İngilizlerin sonra da 30 Ekim 1919’da Fransızların işgaline uğrayan Urfa, yerel halkın gayretleriyle verdiği Kurtuluş Savaşı sonucunda, 11 Nisan 1920’de özgürlüğüne kavuşmuştur. Yukarıda saydığımız uygarlıkların mirasçısı olan Urfa bir “Müze Kent” görünümündedir. HZ. İBRAHİM’İN ATEŞE ATILDIĞI YER Musevi, Hıristiyan ve İslam Peygamberlerinin atası olan Hz. İbrahim Urfa’da doğmuş, Nemrut ve halkının taptığı putlarla mücadele ettiği için burada ateşe atılmıştır. Lut Peygamber, amcası Hz. İbrahim’in Kral Nemrut tarafından Urfa’da ateşe atılmasını görmüş ve daha sonra buradan Sodom’a doğru yola çıkmıştır. İbrahim Peygamber’in torunu ve İsrailoğulları’nın atası Yakup Peygamber Harran’da dayısının kızları Lea ve Rahel ile evlenmiş, Hz. Yusuf dahil 11 çocuğu olduktan sonra Filistin’e göç etmiştir. Eyyüb Peygamber Urfa’daki bir mağarada hastalık çekmiş ve Urfa’da vefat etmiştir. Elyasa Peygamber, Eyyüb Peygamber’in yaşadığı Eyyüb Nebi köyüne kadar gelmiş, ancak kendisini göremeden orada vefat etmiştir. Şuayb Peygamber, Harran’a 37 kilometre mesafedeki Şuayb şehrinde yaşamış, Musa Peygamber Şuayb şehri yakınındaki Sumatar’da Şuayb Peygamberle buluşmuş ve sihirli asasını burada Şuayb Peygamberden almıştır. Bazıları tarihi kaynaklara, bazıları da söylencelere dayanan tüm bu özelliklerinden dolayı Urfa “Peygamberler Şehri”, “İnançlar Diyarı”, “ Kutsanan Şehir” adlarıyla tanınmaktadır.
M.Ö 132- M.S 244 yılları arasında Urfa’da bir şehir krallığı olarak hüküm süren Osroene Krallığı dönemi Hıristiyanlık tarihi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu dönemin krallarından V. Abgar Ukkama M.S 13-50 yılları arasındaki ikinci saltanı sırasında Hz. İsa’ya mektup yazarak halkıyla birlikte dinini kabul ettiğini belirtmiş ve onu, hem kendisini tedavi etmek hem de dinini öğrenmek üzere elçisi Hannan vasıtasıyla Urfa’ya davet etmiştir. Hz. İsa Urfa’ya gelemeyeceğini, ancak Urfa’yı takdis ettiğine dair bir mektubunu ve yüzünü sildiği mendile çıkan mucizevi portresini havarilerinden Thomas’da denilen Adday ile Kral Abgar’a göndermiştir. Rivayete göre Kral Abgar bu mendille yüzünü silerek sağlığına kavuşmuştur. Urfa’da kalan Adday, İncil’i ilk defa Urfa halkına öğretmiştir. MEKTUP KAYA ZEMİNE YAZILMIŞ Hz. İsa’nın Urfa Kralı’na gönderdiği mektubun Grekçesi Urfa’nın Kırkmağara mevkiindeki bir mağaranın girişinde kaya zemine işlenmiştir. Bu mektup 1914 yılında H. Von Oppenheim tarafından tespit edilerek yayınlanmıştır. Mektupta şunlar yazılıdır: “ Ne mutlu sana Abgar ve Edessa adındaki kentine. Ne mutlu beni görmeden bana inanmış olan sana. Çünkü sana devamlı sağlıklılık bahşedecektir. Senin yanına gelme hususunda bana yazdıklarına gelince; bilesin ki görevlendirilmiş olduğum her şeyi burada tamamlamak ve bu işi bitirdikten sonra beni göndermiş olana, Baba’ya dönmem gereklidir. Sana ızdıraplarını (hastalığını) iyileştirmek, sana ve seninle olanlara ebedi yaşam ve barış bahşetmek, ayrıca senin şehrine dünyanın sonuna kadar düşmanlar tarafından eğdirilmemeyi sağlamak üzere havarilerimden birisini, Thomas da denilen Adday’ı göndereceğim. Amin, efendimiz Christo’nun mektubu.” “Hagion Mandilion” adı verilen kutsal mendil üzerindeki portre daha sonra Bizans ressamlarına ve Hristiyan sanatçılarına konu olmuş, binlerce ikona üzerine işlenmiştir.
HALİLÜRRAHMAN GÖLÜ Urfa tarihine yaptığımız seyahatin ardından artık kenti gezmeye başlayabiliriz. Önce şehir merkezinde Balıklıgöl’de denilen Halilürrahman ve Aynzüleyha göllerinden başlayalım. Efsaneye göre Hz. İbrahim, Nemrut tarafından ateşe atılır. Allah’ın “Ey ateş, İbrahime karşı serin ve selametli ol”emriyle ateşin su, odunların balık ve Hz.İbrahim’in düştüğü yerin çevresinin güllük gülistanlık olduğu anlatılır. Burada oluşan göle Halilürrahman gölü denir. Hz.İbrahim ateşe atıldıktan sonra Nemrut’un kızı Zeliha’da çok sevdiği İbrahim’in ateşe atılmasına dayanamaz, o da kendisini ateşe atar. Zeliha’nın düştüğü yerde de bir göl oluşur. Bu göle de Aynzeliha adı verilir. Bu göllerdeki balıklar halk tarafından kutsal kabul edilir. Bugün etrafı asırlık çınar, söğüt ve selvi ağaçlarıyla kaplı bu bölge, kavurucu yaz sıcaklarında Urfa halkı ve ziyaretçiler için bir vaha gibidir.Göl kıyısındaki çay bahçelerinde, ağaçların derin gölgesinde verilecek bir mola, insana bugünün dünyasını unutturup, binlerce yıl öteye taşıyabilir. TAÇ MAHAL’İ ANIMSATAN CAMİ Halilürrahman gölünün kuzey kenarında bir nakış gibi duran Rızvaniye Camii bulunur. Bana her zaman Taç Mahal’i anımsatır. Gölün güneybatısında bulunan Halilürrahman Camii eski bir kilise kalıntısı üzerine 1211 yılında Eyyubiler tarafından inşa edilmiştir. Caminin ilginç bir minaresi vardır. Kare gövdeli bu minare muhtemelen Bizans döneminde orada bulunan Meryem Ana Kilisesi’nin çan kulesidir. Göllerin güneyinde Damlacık Dağı üzerinde bütün azametiyle Urfa kalesi yükselmektedir. Kale üzerinde Roma mimarisine ait 17.25 metre yüksekliğinde korinth başlıklı iki sütun bulunmaktadır. Kalenin içinde günümüze kalan sağlam bir yapı yoktur. HZ. İBRAHİM’İ CEYLANLARIN EMZİRDİĞİ MAĞARA Kaleden inip, Balıklıgöl’ün doğu yönünde Hz.İbrahim’in doğduğu mağaraya yürüyebiliriz. Yürümek demişken, Urfa merkezde gidilmesi gereken her yere yürüyerek gidebilmek gibi bir lükse sahibiz. Müneccimlerin uyarısı üzerine, Nemrut o yıl doğacak erkek çocuklarını öldürme kararı alır. Hamileliğini gizleyen İbrahim’in annesi o’nu gizlice bu mağarada doğurur. Efsaneye göre bir ceylan her gün bu mağaraya gelerek İbrahim’i emzirir. Halk arasında Dergah denilen bu mağaranın önüne inşa edilen camiye Mevlid-i Halil Camii adı verilmiştir. Mağaranın içinde, arkasındaki dağdan süzülüp gelen suların biriktiği bir sarnıç vardır. Bu suyun şifalı olduğuna inanılır. Dergah’tan çıkıp eski hanlar ve çarşılar bölgesine doğru yürürken, yine çok güzel bir caminin içinden geçilir. Hasan Padişah Camii. Bu cami eski bir tapınak üzerine 15. yüzyılın sonuna doğru Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan tarafından yaptırılmıştır. Avlusundan bir kanal içinde Halilürrahman’dan gelen su geçmektedir. TARİHİ HANLAR DİYARI Urfa, günümüze ulaşmış Osmanlı dönemine ait hanları ve çarşıları ile de önemli bir yere sahiptir. Osmanlı dönemi ticaret merkezinde yoğunlaşan bu hanların en büyüğü Gümrük Hanı’dır. Hasan Padişah Camii’nin içinden geçen su kanalı, bu hanın avlusunun ortasından geçerek han avlusunun sıcak yaz günlerinde serinlemesini sağlar. Su kanalının etrafında otantik bir kahvehane faaliyet göstermektedir. Gümrük Hanı’nda ve çevresindeki han ve çarşılarda halen geleneksel zanaatlar ve ticaret yapılmaktadır. Bu civarda yer alan, Kazaz Pazarı, Sipahi Pazarı, Neccar Pazarı, Sarraç Pazarı, Kürkçü Pazarı, Keçeci Pazarı gibi geleneksel adlarını koruyan bu çarşılar, günümüzde de tarihi özelliklerini koruyan önemli alışveriş yerleridir. 76 BİN ESERLİ MÜZE Urfa merkezde birkaç günde gezmekle bitiremeyeceğiniz kadar çok tarihi eser var. Bir kaç günlük bir gezi programına ancak bir kısmı sığabilir. Urfa Müzesi yaklaşık 76 bin eseriyle Türkiye müzeleri içerisinde beşinci sırayı almaktadır. Eşsiz eserlere sahip müzenin yanında, Mahmut Nedim Konağı içindeki Kurtuluş Müzesi, Mutfak Müzesi, Müzik Müzesi, Mevlevihane ve Halepli Bahçe Mozaikleri de görülmesi gereken yerlerin başında gelir.
Pagan inanışların ve tek tanrılı dinlerin mensuplarının binlerce yıldan beri yaptıkları tapınakları gezmek de zihin dünyamızda dalgalanmalara yol açar. Bunların içinde, şehir merkezindeki Ulu Cami’nin ayrı bir yeri vardır. Bir pagan mabedi olarak inşa edilen yapı, sırasıyla havra ve kilise olarak da kullanılmış. Müslüman Arapların şehri ele geçirmesiyle camiye çevrilmiştir. Eski yapıya ait avlu duvarları, sütunlar, sütun başlıkları ve çan kulesi halen mevcuttur. Halk arasındaki bir inanışa göre Hz. İsa’nın, Kral Abgar’a gönderdiği mendil bu caminin avlusundaki kuyuya düşmüştür. Bu nedenle bu kuyunun suyu şifalı olarak kabul edilir. Bazısı camiye, bazısı kültür merkezine çevrilmiş olsa da Surp Astvadzadzin Katedrali (Selahattin Eyyubi Camii), Aziz Havariler Kilisesi (Fırfırlı Camii), Mar Petrus Mar Paulus Kilisesi (Reji Kilisesi), Fransisken Rahibeler Kilisesi, Deyr Yakup Manastırı Kalıntıları, Aziz Georges Kilisesi ve Germuş Köyü Kilisesi de görülmesi gereken özgün-anıtsal eserlerdir. Yerimiz sınırlı olduğundan, şehir merkezindeki daha birçok tarihi camii, hamam, medrese, çeşme,köprü, su kemeri, sokak, meydan, konak vb. eserleri tek tek saymadan yola koyulup Urfa’nın önemli inanç, kültür ve turizm merkezlerine doğru gidelim. TARİHİ YENİDEN YAZDIRAN GÖBEKLİTEPE Göbeklitepe ören yeri, Urfa’nın 17 kilometre doğusunda yer alıyor. Göbeklitepe, yerleşik yaşama geçişle ilgili mevcut bilgileri alt üst edecek buluntuların ortaya çıktığı, günümüzden 11 bin 500 yıl öncesine tarihleniyor. Göbeklitepe’nin etkileyici anıtsal buluntuları yetkin bir taş işçiliğini yansıtmakta, taş üzerinde kabartma tekniğiyle yapılarak aktarılan motiflerin içerik zenginliği ise karmaşık bir düşünsel düzeye ulaşıldığını göstermektedir. Göbeklitepe’deki dikili taşlar (‘T’ şeklindeki payeler) üzerinde bulunan kabartmalı yabani hayvan ve bitki figürleri dünyada heykel ve plastik sanatlarının ilk örneği olarak kabul edilmektedir. Yani günümüz resim sanatının taşa kazınarak yapıldığı en eski örnekler Göbeklitepe’de yapılan resimlerdir.
Birecik Barajı’nın yapılmasıyla kısmen su altında kalan Halfeti’yi görmeden Urfa’yı gezdik, gördük demek eksik kalırdı. Urfa’nın batısında, 112 kilometre mesafede yer alan Halfeti, içinde birçok tarihi mekanı barındıran, doğası da olağanüstü güzel bir ilçedir. Romalıların çok önemli bir sınır kalesi olan Rum Kale burada, Fırat nehrinin sarp yamaçlarında yer almaktadır. Bir tekne turuna katılarak Rum Kale içinde Aziz Nerses Kilisesi ve Barşavma Manastırı, Savaşan Köyü’ndeki kaya kilisesi gezilmelidir. Urfa’nın bütün bu güzelliklerini gezip doğaya ve tarihe doyduktan sonra bu şehirden ayrılmadan önce ruhumuzu ve midemizi de doyurmak için kebabıyla, çiğköftesiyle, sazıyla sözüyle Urfa sıra gecesinde keyifli bir akşam geçirerek tüm yorgunluğunuzu atabilirsiniz.
Bugünlerde adı medyada çokça duyulan,Suriye’deki iç savaştan en çok etkilenen ilçemiz Ceylanpınar’dan bahsetmeden geçmeyelim. Urfa’ya 140 kilometre uzaklıkta olup, Türkiye’nin en büyük tarım işletmesi buradadır. Bu ilçemiz adını pınarlarından su içen ceylanlardan almıştır. ’Urfa dağlarında gezer bir ceylan, yavrusunu kaybetmiş ağlıyor yaman’ sadece yanık bir türkü sözü değildir. 1960 yılına kadar Suruç-Ceylanpınar arasındaki bölgede her biri yüzlerce ceylandan oluşan sürüler dolaşırdı. Avcılık ve evlerde beslemek için yavruların toplanması sonucu 1970’lerde ceylanların nesli tükenecek noktaya geldi. 1970’den itibaren koruma altına alınan ceylanlar, bugün Ceylanpınar Tarım İşletmesi bünyesinde güvenle yaşayıp, çoğalıyorlar. Koşuşturmalarını, güzelliklerini seyretmeye doyamazsınız. FIRAT’IN DOĞU KAPISI: BİRECİK Batı Anadolu’dan Urfa’ya karayoluyla giderken, ilk ayak bastığımız Urfa toprağı Birecik’tir. Fırat Nehri’nin üzerine 1955 yılında yapılmış olan köprüden geçerken karşımızdaki manzara ayrı bir dünyaya geldiğinizi anlatır. Burası Fırat’ın doğusunun kapısıdır. Tepede Birecik Kalesi, kısmen yıkılmış şehir surlarının ayakta kalabilmiş kısımları, Urfa Kapısı, Meçan Kapısı, kesme taştan yapılmış tarihi evleriyle, asırlardır Fırat Nehri kenarında bir yüzük taşı gibi durmaktadır Birecik. Ne yazık ki nehir kenarında ki yalılardan ve Osmanlı donanmasına gemi inşa eden tersanelerinden eser kalmamıştır.
Birecik’in bir özelliğide, adı bu ilçeyle özdeşleşmiş olan Kelaynak kuşlarıdır. ’İbis’ olarak da bilinen bu göçmen kuşlar,her yıl şubat ayında ilçeye gelip, Fırat Nehri kenarında ki kayalıklara yerleşir, üremelerini yapıp,Temmuz ayında yavrularıyla beraber, kışı geçirmek üzere Kızıldeniz kıyılarına göç ederler. Bu nadir kuşlarda, ceylanların kaderini yaşamıştır. Avlanma, tarım ilaçlarının düzensiz ve aşırı kullanımı neredeyse yok olmalarına sebep olmuştur. 1977 yılında kurulan ‘Kelaynak Koruma ve Üretme İstasyonu’ sayesinde yeniden çoğalmaları sağlanmıştır. Her yıl Mayıs ayının ilk haftasında Birecik Kelaynak Festivali yapılmaktadır. Kelaynakları görmek istiyorsanız mevsiminde Birecik’te olmanız gerekiyor. ATATÜRK BARAJI’YLA URFA’YA DENİZ GELDİ
Kaynakça: 1. Cihad Kürkçüoğlu- Selahaddin E. Güler , Tarih Ve Turizm Şehri Şanlı Urfa, ŞURKAV yayınları, 1990 2. Klaus Schmidt, Taş Çağı Avcılarının Gizemli Kutsal Alanı Göbekli Tepe, Arkeoloji Ve Sanat Yayınları, 2007 Urfa’ya İstanbul ve Ankara’dan her gün yaklaşık 10 uçak seferi yapılmaktadır. THY, Anadolu Jet veya Pegassus’la Urfa’ya uçabilirsiniz. Ayrıca bütün büyük şehirlerden direkt otobüs seferleri yapılmaktadır. İstanbul’dan Urfa’ya 1200 kilometrelik bir otoyolla ulaşabilirsiniz. Urfa’da konaklama için 5 yıldızlı otellerden butik otellere kadar birçok alternatif mevcut. İsterseniz eski Urfa evlerinden otele çevrilmiş tarih kokan bir ortamda, isterseniz uluslararası otel zincirlerinin işlettiği lüks otellerde konaklayabilirsiniz. Urfa’yla birlikte bölgeyi de gezmek isterseniz, burada konaklamak ulaşım açısından çok avantaj sağlayacaktır.
DÜNYANIN İLK ÜNİVERSİTESİNE SAHİP ŞEHİR: HARRAN Urfa’nın güneyinde 50 kilometre mesafede bulunan Harran M.Ö. 7 binden M.S. 13. yüzyıla kadar çeşitli uygarlıkların mirasını barındırır. Bugün Harran’ın en çok ilgi çeken yanı külah biçimindeki konik kubbeli evleridir. Harran, tarihi süreç içerisinde birçok medeniyete beşiklik etmiş önemli bir şehirdir. Gezegenlerin (ay, güneş, yıldız) kutsal sayıldığı Sabiiliğin mekezi, bereket tanrısı Sin için yapılan tapınağın bulunduğu, dünyanın ilk üniversitesine sahip şehir.
Bu üniversiteden ünlü tıp ve matematik bilgini Sabit bin Kurra, dünyadan aya olan uzaklığı ilk olarak doğru hesaplayan ünlü astronomi bilgini El Battani ve atom ve cebir biliminin mucidi sayılan Cabir bin Hayyan gibi bilim adamlarının yetiştiğini ve burada ders verdiklerini de eklemeliyiz. 1260 yılında Moğol istilasının harabeye çevirdiği bölgede üniversite yaşamı da son bulmuştur. Bu tarihten 732 yıl sonra 1992 yılında yeniden kurulan Harran Üniversitesi, Urfa’ya 18 kilometre mesafede, 27 milyon metrekarelik bir arazi üzerine inşa edilmiştir. 10 anadal ve bunlara bağlı kürsüler, 18 yüksek okul ve 3 enstitü de öğretim yapılmaktadır. 20 bin öğrencisi vardır. Yerleşkede fakülte binalarının dışında, 1000 kişilik kız-erkek öğrenci yurdu, futbol sahası, anfi tiyatro, olimpik kapalı yüzme havuzu, kapalı spor salonu, büyük bir yapay göl, lojmanlar ve daha birçok sosyal tesis vardır. Bu zengin maddi alt yapıya sahip üniversiteden, Eski Harran Üniversitesi mensuplarının sahip olduğu düzeyde bilim adamı ve öğrenci yetiştirmesini umut ediyoruz.
Şehir surları, iç kale, Ulu Camii, konik kubbeli evler ve tarihi mezarlık görülmesi gereken yerlerdendir. Harran’a kadar gitmişken hemen dönmek olmaz civarında en az Harran kadar ilginç ve eski birçok ören yeri mevcuttur. Harran’ın 3 kilometre kuzeydoğusunda Oniki İmam’dan beşincisi olan Ebu Cafer İmam Muhammed Bakır’a ait olduğuna inanılan bir türbe ve yanında yine onun adını taşıyan bir cami bulunur. Harran’dan doğuya doğru gidildiğinde 15 kilometre sonra yolun sağında ve solundaki dağlarda tarihi taş ocakları bulunur. Bazda Mağaraları adıyla anılan iki taş ocağı görülmeye değer özellikler taşır. Çevredeki Harran, Şuayb Şehri ve Han El Ba’rur yapıları için binlerce yıl taş alınması sonucunda her iki mağarada çok sayıda meydan, tünel ve galeri meydana gelmiştir. Özellikle büyük olanı yer yer iki katlı bir şekilde oyulmuş ve yükseklikleri 10-15 metreye varan kolonlar bırakılarak ortada meydanlar oluşturulmuştur. Harran’ın 20 kilometre güneydoğusundaki Göktaş köyünde, Han El Ba’rur Kervansarayı bulunmaktadır. Anadolu Selçuklu kervansaraylarının tüm özelliklerini taşıyan bu yapı yaklaşık 43x45 metre ölçülerinde kare bir yapıdır. Harran-Bağdat yolu üzerindedir. Han El Ba’rur’dan kuzeydoğuya doğru 10 kilometre gidince Şuayb Şehri harabelerine ulaşılır. Oldukça geniş bir alana yayılan bu tarihi şehrin etrafı yer yer izleri görülen surlarla çevrilidir. Şehir merkezinde çok sayıdaki kaya mezarın üzerine kesme taşlardan evler inşa edilmiştir. Efsaneye göre bu şehir Şuayb Peygamber tarafından kurulmuş ve Hz. Şuayb bu şehirde peygamberlik görevini yerine getirmiştir. 7 GEZEGENE ADANAN 7 TAPINAK Şuayb Şehri’nden 16 kilometre kuzeye gidince Soğmatar Şehri harabelerine ulaşılır. Burada köy yerleşimi tarihi mekanla iç içedir. Yolun solundaki höyük içinde milattan önceki yıllara ait belge ve eserleri görebilirsiniz. Höyüğün tepesinde 2. yüzyıldan kalma kale kalıntıları görülür. Kalenin güneyindeki tepe, yazıtlarda da geçtiği gibi ‘Kutsal Tepe’ olarak bilinir ve üzerinde kaya zemine oyulmuş birçok Süryanice yazıt bulunur. Aynı tepenin kuzey yamacında kayalara oyulmuş ve yanlarında yazıt bulunan kabartmalar görülebilir. Kalenin 250 metre kadar kuzeybatısında girişi doğuya bakan, her üç duvarında da insan rölyefleri ve yazıtlar bulunan mağara, 1902 yılında yazıtları kopya eden Fransa’nın Bağdat Konsolosu Henri Pognon tarafından arkeoloji ve tarih dünyasına tanıtılmıştır. Arkeolog Prof. J. B. Segal Kutsal Tepe etrafına dağılmış durumdaki harabelerden yedisinin 7 gezegene (Ay, Güneş, Mars, Venüs, Jupiter, Merkür, Satürn) adanan birer tapınak olduğu iddiasında bulunuyor. Harran, Şuayb Şehri, Soğmatar ve bu civardaki daha onlarca kale, manastır, kervansaray; 1260 yılındaki Moğol istilasında tahrip edilerek harabe haline gelmiştir. Yükleniyor...
İLGİLİ HABERLER
YAZARLAR
Tümü
ÖZEL HABER
HAVA DURUMU
SÜPER LİG
|
|