SON DAKİKA
‘KOBİ’lerden Kurumlar Vergisi alınmasın’İstanbul Ticaret Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Murat Yülek, “Örneğin 5 yıl süreyle cirosu 5 milyon liraya kadar olan işletmeden, belli bir istihdam sağlaması koşuluyla hiç Kurumlar Vergisi alınmasın. Cironun 5’er milyonluk dilimler halinde artışına yüzde 5’lik vergiler eklensin. Ben hiçbir vergi kaybı olacağını zannetmiyorum” dedi.GİRAY DUDA
İstanbul Ticaret Üniversitesi Ticari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Murat Yülek, Türkiye’nin geleceği hakkında net konuşuyor ve “Gelecek sanayidedir” diyor. Düşüncelerini, çalışmalarını büyük ölçüde sanayinin gelişip büyümesi üzerinde yoğunlaştırmış olan Prof. Dr. Yülek ile Global Sanayici adına sanayinin bugününü, 2014 yılındaki beklentilerini ve önümüzdeki yıllara ilişkin olarak yapılması gerekenleri ayrıntılarıyla konuştuk. Prof. Yülek’e yönelttiğimiz sorular ve aldığımız yanıtlar şöyle: - Global krizin başlangıcından bu yana ekonominin genel görüntüsünü ele alacak olursak nasıl bir tablo ile karşı karşıya kalıyoruz? - Dünyada 2008 yılı sonunda bir kriz oldu ve Türkiye ekonomisi de bu krizle birlikte hızlı büyüme dönemlerinin ardından yüzde 5’lik bir gerileme yaşadı. Bunun nedeni dış talepteki ciddi gerilemeydi. Bu arada biz şunu gördük. Türkiye aslında büyümüş ve Japonya, Almanya kadar olmasa da ihracata dayalı ekonomi haline gelmiş. İç tarafta çok büyük bir daralma olmadı ama ihracatta daralma olunca sıkıntı yaşandı. Bir de, her zaman altını mutlaka çizerim, Türkiye’nin kurları aşırı değerli. Böyle olunca biz ithalat yapmaya devam ettik aslında. İhracatta da ilerleyemeyince bizim üretimimiz daraldı. 2009’u böyle geçirdik. BÜYÜMEDE İKİ YILLIK SIÇRAMA OLDU 2010’da Türkiye, baz etkisi dediğimiz etkiyle, büyük bir daralmanın ardından hızlı biçimde yukarıya zıpladı. Yüzde 10’lar seviyesinde büyüme yaşadık. Arkasından 2011’de de büyük bir büyüme oldu. Bunların ikisi de iç talebe bağlıydı. Avrupa’da Amerika’da o tüketimi tetikleyen kendine güven geri gelmedi. Bizde ise iç talep çok hızlı artınca üretim büyüdü ve gayri safi yurt içi hasılamız ilerledi. Bunun üzerine Hükümet, ben böyle çok hızlı büyümeler istemiyorum, bunu istikrarlı hale getirmek istiyorum, dedi. Özellikle 2010’un sonunda bazı politikaları değiştirmeye başladı ve biz bunun etkisini 2012’de bir yavaşlama olarak gördük. Bunun etkilerini biz geçen yıl yaşadık. Daralma olmadı ama büyüme oranları küçüldü. BÜYÜME BEKLENTİLERİMİZE GÖRE OLUMLU 2013’e geldiğimizde, yüzde 3.5 civarında bir büyüme bekliyorduk, beklediğimizden biraz daha fazla büyüme olabilecek gibi gözüküyor. Avrupa çok da düzelmeden bu nasıl oldu? Burada da ikinci yarıda canlanan iç talep pozitif bir rol oynadı. İç talebin canlanması bizi yüzde 4’lere yaklaştırdı, belki hafifçe de geçecek. Ama biz hala dış pazarlardan yararlanamıyoruz. 2013’e böyle bakınca, büyüme açısından biz artık düşük büyümelere alıştığımız için beklediğimizden biraz daha fazla gelince seviniyoruz. Dolayısıyla yüzde 4’lük büyüme sene başındaki beklentimize göre olumlu gibi görünüyor. CARİ AÇIK HALA ÇOK BÜYÜK - Herkes aslında sevindirik oldu. - Tabii Avrupa’ya bakıyoruz, orada çok fazla değişen bir şey yok. Avrupa bizi yakından ilgilendiriyor. Bu nedenle ‘çok şükür’ diyoruz. İkincisi de güzel bir haber. Bütçe bu yıl çok olumlu geldi. Seçimlere doğru gidilmesine rağmen harcamalar kontrol altında tutuldu. Sonuçta bütçe verileri çok güzel bir durumu bize gösteriyor. Üçüncü tarafa, yani enflasyona bakıyoruz. Yüzde 7 olmasını çok önemsemiyorum. Yüzde 10’un üzerinde olmadıktan sonra benim için enflasyon açısından sorun yoktur. Böyle bakınca kurun da değer kaybının etkisiyle bu sene enflasyon yüzde 5’in üzerinde gelecek ama bence çok kötü bir durum yok ortada.
Sonuncu olarak dış dengede, yani cari dengede almamız gereken önlemleri hala alamıyoruz. Dış dengeyi, bizim için risk unsuru olmayan düşük seviyelere çekmemiz lazım. Şu anda dış denge enflasyondan çok daha önemli bir gösterge ve biz bu yıl yine yüzde 7’ler dolayında bir açık yaşayacağız. Yüzde 7’ler Türkiye açısından büyük bir orandır.
Şu andaki politika şöyle: Cari dengeyi düşürmeliyim ve bunu düşürmek için yapabileceğim tek şey büyümeyi sınırlı seviyede tutmaktır. - Büyüme büyük olunca cari açık da mutlaka büyük oluyor düşüncesinden yola çıkılıyor. - Bu aslında geçici bir çözüm. Böyle bir dengeyi tercih eder durumdayız. Yüzde 3-4 oranında büyüme ve yüzde 5’in üzerinde 6-7 dolayında cari açık… Benim yapmam gereken şey bunun tam tersi. Daha yüksek büyüme ve daha düşük cari denge. Bu dengeyi nasıl kuracağız? Türkiye’nin bunu düşünmesi lazım. Çünkü ben büyümeye ihtiyacı olan bir ülkeyim. Büyümem gerekiyor. Büyümek için büyümek değil ama ben nispeten fakir bir ülkeyim. Kişi başına milli gelirim 10 bin dolarlar seviyesinde kalmış. Dolayısıyla benim bunu yükseltmem lazım. HÜKÜMETİN NÜFUS ARTIŞI POLİTİKASI DOĞRU Nüfusum da hızlı büyüyor bu iyi bir şey. Yüzde 1’lerin üstünde büyüyen bir nüfusum var. Hükümetin bu konudaki politikası bence son derecede doğru. Benim büyümem gerekiyor. Çünkü bir sonraki neslin bu dinamizmi devam ettirebilmesi için bir Pazar oluşması, verimliliğin artması lazım. Bunların hepsinde nüfus önemli bir şey. Aradaki ‘missing link’ denilen eksik olan bağlantı ne? Benim gördüğüm kur. Ben burada büyük çoğunluğun dışında olduğumu görüyorum ama haklı ve doğru düşündüğüm inancındayım. Kurun dengede olması lazım. O denge her neyse. Yüzde 3.5 büyüme ve yüzde 6-7 oranındaki cari açık bir dengedir. Ben bunu tam tersine yüzde 5’in üzerinde büyüme ve yüzde 2-3 cari açığa çevirmek istiyorsam, 10 yıl gibi kısa vadeli bir dönemde çözüm kurdadır. Uzun vadede de teknolojik ve markalaşma olarak ilerlemektedir. 3’E ÜRETİP 13’E SATMALIYIZ Örneğin İsviçre ekonomisine doğru gitmemiz gerekir. İsviçre ve Almanya ekonomisi, bakın Japonya demiyorum, her iki ekonominin de kurları yüksek olmasına rağmen bu ülkeler cari açık sorunu yaşamıyor. Burada bir şey oluşturdular, markalaşmış, 3’e üretip 13’e satabilen ülkeler. Dolayısıyla siz 3’e maledip 13’e satabiliyorsanız, kurun size olan negatif etkisi çok önemli değildir. Hatta Almanya ve İsviçre olarak şundan kazanıyorsunuz, markalaşmış ve verimliliğini sürekli artıran olduğunuz için hala mal satmaya devam ediyorsunuz. İtalya ile Almanya arasında hatta Fransa ile Almanya arasında win-win durumu yok. Win-lose durumu var. Çünkü Almanya çok çalışarak verimliliğini artırıyor. Siz de bu şekilde artırın.
KUR VE CARİ AÇIK DENGEDE DEĞİL Euro zone’un dışına çıkıyorsunuz, İsviçre’de aynı durum var. Herşey çok pahalı. Bizim burada et aldığımız fiyata sebze yiyorlar. Ama hiçbir sıkıntıları yok. Çünkü çalışmışlar, verimlilikleri ve markalaşma seviyeleri yüksek. Bizim buraya doğru gitmemiz lazım. Bunu herkes biliyor. Ama kısa vadede, ben 3 senede bunları değiştiremeyeceğime göre kuru dengeye getirmeliyim. Ekonomi bir genel denge bilimidir. Genel denge şu demektir. Genel dengede her değişken, diğer değişkenlerin o seviyede olmasından ve kendi içinde olduğu durumdan mutludur. Eğer iktisat genel dengesinin bir değişken kur gibi olması gereken dengeye gelmesi için en az bir başka değişkenin dengeden uzaklaşması lazım. Kur şu anda dengede değil ve cari denge de dengede değil. Cari dengenin yapısal unsurları var. Ben mesela paslanmaz çelik üretmiyorum Türkiye’de. Üretmem lazım. Tabii ki yapısal tarafı da var dengesizliğin. Ama bence buradaki dengesizlik kurda. KUR JAPONYA’DAN ÇOK DAHA DEĞERLİ - Peki piyasalar neden kurun düzeyine takılıp kalmış durumda? - Piyasa buna çok daha farklı bakıyor. Hiç işin yapısallığına bakmıyor. Daha önce borsadaki gelirler, yatırımcı adına bakıyor. Ben de yatırımcı adına bakabilirim ama Türkiye adına baktığım zaman kur 2.08’e çıktığı zaman iyi midir, kötü müdür onu incelemem lazım. Peki Japonya’da 80’den 110’a çıktığında iyi oluyor da Türkiye’de 1.82’den 2.08’e çıktığı zaman neden kötü oluyor? Benim kurum Japonya’dan çok daha değerli. Benim kurum 2.08’e çıktığı zaman bile hala olması gereken değerin altında. KURDA 2.10-2.20 DENGEDİR Bir kalorifer termostatı düşünelim. Onu 30 dereceye ayarlamışız. Sıcaklık 35’e çıkarsa soğutma başlıyor, 25’e düşerse ısıtma başlıyor. Kur da böyle bir şey. Ben her zaman 16-18 derece olursa iyi, yukarıya çıkarsa kötü diyemem. Ekonominin dengesi 30 derece ise o zaman çıkacak. Şu anda aşırı değerlenmiş bir TL ile karşı karşıyayız, değerinin düşmesi için nominal olarak daha yukarıya gitmesi lazım. Nominal olarak 2.10-2.20 olması Türk ekonomisinin aleyhine bir durum değildir. Nasıl ki şu anda Japonya da aynı şeyi yapmaya çalışıyorsa. Yani cari denge tarafında önemli sıkıntımız var. Hükümet de birkaç senedir cari dengenin önemli bir şey olduğunu düşünüyor. Ama bundan sonra yapmamız gereken, uzun dönemli cari dengeyi sağlamak için kurun değerine gelmesidir. İkincisi teknolojik atılımlar ve markalaşmayı yapmam lazım. Tabii bunların altında emek piyasası gibi alt alanlar da var. ÜRETİMDEKİ DALGALANMA YÜKSEK - Sanayideki kapasite kullanım oranları neyi gösteriyor? - Bence rakamlar çok mühim değil. Benim gördüğüm şu. Sanayi üretim rakamlarında çok fazla dalgalanma oluyor. Mevsimsellik etkisini kaldırmak için iki yılın Kasım ayı verilerini karşılaştırıyorum. Bazı aylarda yüzde -4, bazı aylarda ise yüzde +5 veya +8 gibi üretim düzeylerini çok görür olduk. Acaba sanayi üretimi bu kadar hızlı inip çıkıyor mu? Benim görüşüme göre bu kadar hızlı inip çıkmıyor. Burada istatistiksel bir mesele var. Sanayi bu kadar iniş çıkış yapmaz. Trend olarak baktığımız zaman bu yıl sanayi o kadar fena gitmiyor. Bunda kurların olumlu etkisi var. Çünkü artık bizim harcıalem mallarda üretimimiz var ve Avrupa’ya da yakın olduğumuz için sanayimiz kuru elverişli olduğu zaman daha iyi fiyatlar verebiliyor. Bunun önemli bir etkisi var. Ama iç talebin de iyi olduğunu görüyoruz. Bunun da olumlu etkisi var. Tabii sanayimiz açısından iç talebin etkisinin düşmesi, talebin dışarıya doğru açılması olumlu bir gelişme olur. YOLSUZLUK OPERASYONLARI EKONOMİYİ ETKİLER - Peki hocam gelecek yıla ilişkin beklentileriniz nedir? - 2014 yılının ilk yarısında net olarak baktığımızda dış Pazar bazlı bir gelişme umuyorum. Öte yandan hala güçlü bir iç talebimiz var. - Türkiye’yi karıştıran yolsuzluk ve rüşvet tartışmalarının iç talebe etkisi olur mu? - Olur. Tüketici tarafında da yatırım tarafında da olur. Ben sık sık şirketlerin Güven Eğilimi Endeksine bakarım. Bu grafik, güçlü biçimde ileride ne olduğunu gösteren iyi bir öncü göstergedir. Bu ayın rakamı gelecek ay çıkacak ve muhtemelen zayıflama olacak. İnsanlar önünü görmek ister. Sadece Türkiye’de değil her ülkede istikrar aranır. Bu hadiseler bizim yatırım meylimizi biraz azaltabilir. Yatırım meyli neden önemlidir? Mesele Amerika’da işsizliğin hala yüzde 7’lerde olmasının birinci sebebi Amerikan şirketlerinin içeride ve dışarıda nasıl bir konjonktür olacağını görememesidir. Onu görseler açılmaya başlayacaklar. Yatırımları artıracak ve yeni istihdam sağlayacaklar. Amerika’da bile bu etkili. Şu anda Amerikan şirketlerinin durumu çok iyi, nakitlerinin üzerinde oturmaya devam ediyorlar. Amerika’da devlet kötü durumda, tüketiciler hala borçlarını ödemeye çalışıyorlar, şirketler ise gayet iyi durumda. Kazanç açıklıyorlar ama yatırım ve istihdam yapmıyorlar. 2014’ÜN İLK ALTI AYI İYİ GEÇER Türkiye’de bu son olaylar bir belirsizlik ortaya çıkartabilir. İlk aylarda bunun etkisi olabilir. Türkiye’nin iç talep unsurlarında önemli bir gerileme de beklemiyorum. Gelecek yılın ilk altı ayını iyi geçirebiliriz. İkinci altı ayı göremiyorum. Dış pazardan mı yoksa iç pazardan mı yararlanacağız, kur biraz daha reel etkisini devam ettirebilecek mi bunu bilmiyorum. Büyüme açısından yine yüzde 3.5-4 gibi bir düzeyi yakalamamız lazım. Bu da Avrupa’ya oranla yine fena değil. Türkiye için de ‘yetmez ama evet’ diyebiliriz. ALTYAPI ÇALIŞMALARI SÜRÜKLÜYOR - Sektörel olarak baktığınızda dikkatinizi neler çekiyor? - Bu yıl otomotiv çok iyi gitti. İnşaat da durmaksızın büyüdü. İnşaat belli şehirler için çok iyi. İstanbul ve Ankara öyle sayılabilir. Bir de Türkiye bir altyapı ülkesi. Altyapıya açız biz. Marmaray bitti, İstanbul-Ankara hızlı treni, yeni havalimanları vs. Bunlar sürüyor ve hiç de bitmemeli. Konut piyasası ekonomiyi büyütüyor ama ne kadar sağlıklı onu bilmiyoruz. PARA KAZANDIRAN ŞEY SANAYİDİR - Konutları bir çeşit ihracat da sayabiliriz belki. Bu lüks konutların, rezidansların çoğu yurt dışı müşteriler için yapılıyor. - Evet, Arap yatırımcılar olayı var ve o güzel bir şey. Onun dışında, esasında, konut iyi bir şey değil. Ama servet etkisi sağlıyor. Adamın oturduğu ve kira aldığı birer konutu varsa, gelirinden bağımsız olarak daha fazla harcamaya başlıyor. Öyle bir etkisi de var. Ama bir ülke için en önemli olan şey sanayidir. Türkiye’ye para kazandıran şeyin sanayi olması lazım. İsterse tekstil olsun. Bunu söylüyorum, çünkü biz hala tekstilin angarya tarafındayız. Tekstil, Türkiye için hem istihdam kaynağı hem de net döviz kaynağıdır. Otomotiv üretiminde mamul ve yarı mamul çok fazla ithalat vardır. Allahtan yedek parçacılarımız iyi ve ithalatı engelliyor. Ancak otomotivi tekstille karşılaştırdığımızda biz tekstile haksızlık yapıyoruz. Tekstil hala Türkiye için çok kritik bir sektördür. Çünkü çok ihracatçıdır. Otomotiv ise net ithalatçıdır. İkincisi sosyal bir sektördür. İnsanları istihdam ediyor. Keşke markalaşıp, 3’e üretip 13’e satmayı hepsi başarabilse. Mesela Mavi Jeans müthiş bir firma. Keşke daha çok sayıda firmayı Mavi’nin arkasına sokabilsek. Jean lüks mal değil ama katma değeri yüksek bir sektör. Derslerde çocuklara anlattığım Louis Vuitton grubu var. 70 bin dolara kadın çantası satıyor. Bunu kime nasıl satıyor, işte bizim bunları öğrenmemiz gerekiyor. O zaman sanayimiz çok daha Almanya veya İsviçre tarzı bir sanayi olacak. KOBİ’LERDEN KURUMLAR VERGİSİ ALMAMALI - Hocam, siz yazılarınızda da bunu destekliyorsunuz, KOBİ’ler için kurumlar vergisinin düşürülmesi, yeni kurulan küçük şirketler için sigorta ve vergi kesintilerin düşürülmesi gerekmez mi? Neden kimsenin aklına bunlar gelmiyor. - Bunu ben de yazımda önerdim ve sadece sanayi için değil tüm KOBİ’ler için olması gerektiğini düşünüyorum. KOBİ’leri ikiye ayıralım ve önce girişimcilik, inovasyon kısmını ele alalım. Bizim insanımızda girişimcilik düşündüğümüz kadar olmasa da var. Reklamını yaptığımız kadar çok değil. Krizden sonra dünyada şöyle bir trend var. Büyükler istihdamı kısıyorlar ve Amerika’da krizden beri üretilen istihdamın çok büyük bölümü yeni ve küçük şirketlerden geliyor. İstihdamın motoru bu şirketler. İstihdam dediğiniz şey aslında bir sosyal hizmettir. Bunu böyle görmek lazım. Bir şirket istihdam yapıyorsa aslında bir sosyal hizmet görüyor. En büyük adaletsizlik işsizliktir diyoruz ya en büyük sosyal adaletsizlik de işsizliktir. Ben birilerine yardım yapabilirim ama çalışabilecek bir kişiye yapılabilecek en büyük haksızlık ona iş sahası açamamaktır. Eğer yeni kurulan bir şirket istihdam yaratmışsa, o şirket adı konulmamış bir devlet görevini yerine getiriyor demektir. Devletin yapması gereken bir işi yapıyor. Üçüncü önemli nokta şu. Kurumlar Vergisi’ni yüzde 20’ye indirin, daha sonra Kurumlar Vergisi’ne baktığınızda hem mutlak hem de oran olarak, dolara da çevirseniz hasılatın yükseldiğini görürsünüz. İbni Haldun’dan beri bilinir ve Amerika’da Reagan da bunu uygulamıştır. Biz yüzde 30’dan yüzde 20’ye indirdik. Kayıt dışılığı azalttık. İnsanlar karlarını göstermeye başladı. 2012’de biz 29 milyar TL Kurumlar Vergisi almışız. 2007’de 11 milyar TL idi. Bu artışın bir kısmı enflasyon farkından, bir kısmı reel artış. Gayri safi yurt içi hasılaya oranladığınız zaman da yükseldiğini görüyorsunuz. Demek ki bu teori işliyor. KADEMELİ VERGİ UYGULAYALIM Bence küçük şirketlerin üzerindeki bu yükü en azından 5 sene için kaldıralım, bunu da kademeli olarak yapalım. Türkiye’deki şirketlerin çok büyük kısmı 5 milyon liranın altında ciro yapıyorlar. Bunlar da istihdam yapıyor ve devletin üstünden yük kaldırıyorlar. Bu, çocukların işsiz kalmasına, terörün eline düşmesine engel oluyor, evlenip evine ekmek götürebilmesini sağlıyor. İster yeni bir şirket olsun, isterse eski bir şirket, 5 milyon liranın altında cirosu olan şirketlerden 5 yıl süreyle hiç Kurumlar Vergisi almayalım. Mesela 5-10 milyon arasını yüzde 5, 10-15 arasını yüzde 10 gibi kademe kademe vergilendirebiliriz. Bu uygulanırsa o kadar büyük bir iyilik yaparsınız ki Türkiye’ye. ÖNCE İŞ YAPSIN SONRA SİZ VERGİ ALIN Bir kere kayıtdışılık düşer. İstihdam daha çok kayıt içine girer. Şu anda vergiler bazı haksızlıklara da yol açıyor. Şu anda biliyorsunuz 3 ayda bir vergi alınıyor. Birisi 3 milyon lira ciro ve 2 milyon lira kar yaptı diyelim. Devlet hemen yüzde 20’sini alıyor. Ama bunların belki de hepsi tahsilatları yapılmamış vadeli çekler. Bu adam vergisini ödemek için bankadan para çekmek zorunda kalıyor. Bırakın adam işini yapsın önce, kazansın.
Şimdi devlet bu önerimizi yapsa ne olur? Göreceksiniz önemli bir vergi kaybı olmaz. Bir şirket sadece Kurumlar Vergisi ödemiyor. Bir manav bile 12 defa beyanname, muhtasar veriyor. Hiç para kazanmasa bile yılda 1.000 TL Damga Vergisi vs. ödeme yapıyor. Bu adam yine de toplumun üstünden yük kaldırıyor.
Bunu yaparsak ne kadar vergi kaybımız olur? Bunu Maliye Bakanlığı verilerinden öğrenemedik. Hesabı şöyle yapmaya çalışalım. Geçen yıl 29 milyar TL Kurumlar Vergisi toplamışız ve bunun neredeyse yarısını ilk 100 firmadan almışız. Türkiye’de 1 milyonun üzerinde kayıtlı firma var. Geriye 999 bin 900 firma kaldı. İlk 1000-2000’e bakarsanız, bu verginin yüzde 80-90’ını bunlar karşılar. Geriye kalanlar da zaten vergi vermemek çabası içinde oluyorlar ve kayıtdışılık da bunlardan çıkıyor. Benim tahminim, 5 milyar TL dolayında vergi üzerlerinden kalkar. 300 milyarlık Türkiye bütçesi üzerinden yüzde 1.5 dolayında bir kayıp olabileceğini düşünebiliriz. ETKİ ANALİZİNİ YAPMALIYIZ Ama ne kazancımız olacak? Benim tahminimce verginiz artacak. Bu adamlar tersine vergi vermeye çalışacaklar. Ama onu da bırakalım. Devlet bunu karşılıksız yapmayacak ve ben senin şirketinde en az şu kadar istihdam yapmanı istiyorum diyecek. Mesela 2 milyonluk şirketin en az 5 kişilik istihdamı olması gerekir, diyeceksin. Dört kişisi varsa bunu beşe memnuniyetle çıkarır. Zaten bu adam kayıtlı veya kayıtsız bir sürü vergi ödüyor. Ben ondan istihdam isteyeyim ve vergisini kaldırayım. Bunun bir etki analizini biz yapsak faydalı sonuç çıkacağını düşünüyorum. Türkiye’de bizim KOBİ dediğimiz firmalar Avrupa çapında mikro şirketlerdir. Almanya’da birkaç milyar Euro kazanan şirkete KOBİ diyorlar. Biz ise 300 bin Euro ciro yapan şirkete KOBİ diyoruz. Avrupa ölçeğinde mikro bile değil. Biz bunlara destek verebiliriz. Desteği de sektörel olarak ayırabiliriz. Bunu yaparsak Türkiye için çok faydalı olabilir. İŞ YAPANA YÜKSEK FATURA GELİYOR - Birkaç yıl önce Başbakan, TOBB toplantısında herkes neden birer kişi almıyor diye kızmıştı. Peki neden böyle bir tamamlayıcı önlem almıyorlar? - Dediğimi yaparlarsa herkes birden çok daha fazla kişi istihdam eder. Üstelik, şirketler böylece devletin yapması gereken şeyleri yapmış olurlar. Ama Türkiye öyle bir ülke ki, bir apartmandaki dairelerde konut ve işyeri olduğunu varsayalım, şirket olarak kayıt yaptırmışsa elektrik ve su ona daha pahalıya veriliyor. Tam tersi olması lazım. Ona su daha ucuza verilmeli. Sanayi ile ilgili bir başka konu da kamu alımları. 2011 yılında kamu alımlarında yerli firmalara bir kota söz konusu oldu. Yerli firmaların kura rağmen fiyat dezavantajları yok. Fakat tercih edilmiyorlar. Mesela, Bursa ve Kayseri belediyeleri, tramvay üretiminde öncü oluyorlar. Fakat mesela Konya belediyesi, ben raylı sistem araçlarını Çek Cumhuriyeti’nden alacağım, diyor. Halbuki sen bunları Bursa’dan Kayseri’den satın alsan daha iyi bir iş yapmış olursun. Benim işadamım işsiz şu anda. DEZAVANTAJLAR ORTADAN KALDIRILMALI Sanayici açısından kamudan gelecek iyi bir destekle, kamu alımlarında yerli üreticilerin dezavantajlarının ortadan kaldırılması gerekir. Raylı sistemler mesela çok önemli. Kamu, ben tramvay alacağım ve bunun en az bir Avrupa ülkesinde denenmiş olması gerekiyor, diyorsa, işte o anda işim biter. Bu çok kötü bir ayrımcılıktır. Bu ayrımcılık benim şirketlerimin aleyhine işliyor. Sağlık sektöründe, mesela Sivas’ta çok güzel sağlık ekipmanları yapan firmalar var. Sen, ben sağlık cihazı alacağım ve bunun en az üç Avrupa ülkesinde denenmiş olması gerekiyor dersen onun yapabileceği bir şey kalmıyor. Zaten sağlıkta belli sertifikasyonları yapmadan sana cihaz satamaz. Üzerine bu koşulu koyunca o sektörde güç değil pazar olursun. EN BÜYÜK LALE ÜRETİCİSİ Mesela İstanbul Belediyesi’nin lale alımları buna güzel örnektir. O da bir fabrikasız sanayi sayılır. Belediye, lale benim için önemli, kültürel bir simgedir, bunu ülkemde kim üretir, diye soruyor. Bir bakıyorsunuz Konya’da bir firma şu anda Avrupa’nın en büyük üreticilerinden birisi haline gelmiş. Sırf İstanbul Belediyesi sayesinde olmuş bu. İhracata da başlamışlar. Ayrıca İzmir’de, Şile taraflarında da büyük üreticiler ortaya çıktı. Onlar bir süre sonra yurt dışına satacak ve ihracat geliri sağlayacaklar. İşte size kamu alımının bir örneği. Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın da çok güzel bir politikası var. TUSAŞ, ASELSAN gibi büyük firmalara, bana keseceğin faturanın en az yüzde 30’unu KOBİ’lerden almış olacaksın diyor. Bunun iki faydası var. Birincisi kamu parası tabana yayılmış oluyor. İkincisi, o KOBİ’ler savunma sanayii gibi çok üst standartlara sahip bir alanda yetişmiş oluyorlar. Belli sertifikasyonları almak zorunda kalıyorlar. Sen desen ki ben TÜBİTAK olarak şu sertifikasyonları alanlara destek vereceğim. Adam onu almaz. Sen ben onlardan alım yapacağım dersen hemen onun peşinde koşar. Destek de istemez. İstenen iyi koşullarda çalışmayı öğreniyor. Gözünü yurt dışına dikiyor. Kısacası kamu alımları da vergi avantajları kadar sanayici için son derecede önemlidir. Bunların hepsinin koordine edilmesi gerekiyor. Meclis’te bir torba yasa var sivil ofset ile ilgili. Sanayi bakanlığı bunu yürütüyor. Diğer icracı bakanlıkların da bu koordinasyonun içine alınması gerekiyor.
Yükleniyor...
İLGİLİ HABERLER
YAZARLAR
Tümü
ÖZEL HABER
HAVA DURUMU
SÜPER LİG
|
|