SON DAKİKA
9 Ocak Çarşamba günü yapılacaktı
Hedef 1.000 sanayici
Mike Davey'den KOBİ'lere çağrı
Cansen Başaran Symes
Kriz dediğiniz, bizim değil zengin ülkelerin kriziİ.Ü. İşletme Fakültesi öğretim görevlisi Dr. Süleyman Yaşar: “Türkiye, bugünkü büyümeyi Anadolu’nun dinamik girişimcisi ile sağladı. Türkiye’deki KOBİ’ler hızla büyüyüp küçülebiliyor, kavrayıcı bir işadamı tipi var. Hani eksen kayması diyorlar ya, eksen kayması bence ekonomik olarak realitenin bu yönde gelişmesi. Yoksa altı boş olan bir siyasi değişim değil. Yeni trendleri, gelişmekte olan ülkeler, Çin, Hindistan, Brezilya, Türkiye, Rusya, Endonezya, Güney Kore ve Meksika belirliyor” dedi.GİRAY DUDA
Küresel krize oldukça farklı bir pencereden bakan ekonomist Süleyman Yaşar, ‘Global Sanayici’nin sorularını yanıtladı. Yaşar, Batıdan gelen yaygın değerlendirmelerin dışına çıkarak, Türkiye dahil gelişmekte olan ülkelerin kriz yaşamadığına, krizin gelişen ülkelerde olduğuna vurgu yapıyor. Yaşar, Türkiye ekonomisine sonsuz güven duyuyor ve kısa dönemde bazı sorunlar olmasına rağmen uzun vadede gelişmelerin çok iyi olacağına inanıyor. Dr. Süleyman Yaşar, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi öğretim görevlisi. Taraf gazetesinde başlayan günlük köşe yazarlığı şimdi Sabah gazetesinde sürüyor. Ahaber televizyonunda her sabah dünya ve Türkiye piyasalarını anlattığı bir programı var. Piyasayatırım konularında yazdıkları yakından takip edilen bir akademisyen. Dr. Süleyman Yaşar’a sorduğumuz sorular ve aldığımız yanıtlar şöyle: ● ÜRETİMİN YARISI GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDEN
- Söyleşimize son dönemden başlayalım. İkinci kriz olarak ya da krizin yeniden dip yapması olarak değerlendirilen son global çalkalanmanın nedeni nedir? Büyük krizin kahini Roubini, durumun oldukça vahim olduğunu söyledi? Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Bu bir kriz mi yoksa bir tren değişikliği mi ona bakmak gerekiyor. Şöyle açıklayayım. Zengin ülkeler 10 yıl önce dünya üretiminin yarısından fazlasını yapıyorlardı. Buna karşılık gelişmekte olan ülkeler o zaman üçte birini yapıyorlardı, şimdi yarısını yapıyorlar. Dolayısıyla zengin ülkelerin dünya üretimindeki payı azalıyor. Bu bir kriz olarak da adlandırılabilir, önemli bir değişiklik olarak da anlaşılabilir. Amerika’nın borçlarının yüksek olması, bunu sürdüremez durumda olması ve notunun düşürülmesi, bir yerde ABD ekonomisinde yaşanan mali krizi gösteriyor. Aynı şekilde Avrupa’nın zengin ülkelerinde de devletlerin mali krizi yaşanıyor. Bütçe açıkları çok yüksek ve aynı zamanda kamu borç yükü oldukça fazla.
● SIÇRAMA YAPAN 8 ÜLKE
- Geçen yıl çok sözü edilen “borç krizi geliyor” tahminleri gerçekleşti diyebilir miyiz bu durumda?
-Tabii, gerçekleşiyor ama bunu şöyle yorumlamak gerekir. Bu kolay çözülebilecek bir problem de değil, çünkü artık zengin ülkeler geriliyor. Onların yerine gelişmekte olan ülkeler, Çin, Hindistan, Brezilya, Türkiye, Rusya, Endonezya, Güney Kore ve Meksika yeni trendleri belirliyor. Bu ülkelerin dünya üretimindeki payı artıyor. Dolayısıyla kendi aralarındaki ticaret de artıyor. Bugün bu sekiz ülkenin aralarındaki ticaret, toplam dış ticaretlerinin yüzde 25’idir ve 2030’da bu oran yüzde 70’e çıkacak. Zengin ülkeler duraklayacaklar ve gelişmekte olan ülkelere göre göreli olarak gerileyecekler. İşte bu farklı bir değişime ve dönüşüme tekabül ediyor. Örneğin, Çin’de 10 yıl önce fert başına gelir 1.000 dolardı, şimdi 4 bin 800 dolar oldu. Satın alma gücü paritesine göre 7 bin dolar. Türkiye’ye bakıyorsunuz, 2002’de 3 bin 400 dolar, şimdi 10 bin 600 dolar. Satın alma gücü paritesine göre 16 bin 500 dolar. Hindistan’da 2000’li yılların başında 500 dolar olan fert başına gelir, 1.600 dolara çıkmış durumda.
● ORTA SINIF YÜKSELİYOR
Bu ülkeler artık zenginleşiyorlar, yeni bir orta sınıf oluşuyor. Mesela, Çin’de 500 milyon kişi fakirlikten orta sınıfa geçti. Brezilya’da 33 milyon kişi orta sınıfa atladı. Türkiye’de de son 10 yılda 17 milyon kişi orta sınıfa geçti. Dolayısıyla bunların talepleri değişiyor ve ev, otomobil, cep telefonu, bunları finanse edecek bankacılık hizmeti istiyorlar. Bu nedenle dünya ekonomisini zengin ülkelerin krizleri olarak görmek, bana göre hatalı olur. Dünya değişiyor, gelişmekte olan ülkeler dünya trendini belirliyor. Şu anda bunun sancılarını yaşıyoruz. Bunu kimisi kriz, kimisi dönüşüm olarak değerlendiriyor.
● BÜYÜMENİN ÜÇ DEĞİŞKENİ EL DEĞİŞTİRİYOR Kriz diye değerlendirirseniz, ABD’nin, Avrupa’nın zengin ülkelerinin krizidir. Onların zenginliklerini koruyarak büyümeleri biraz zor görünüyor. Siz, dünya üretiminin yarısından azını yapmaya başlarsanız, teknolojik değişimdeki gücünüzü de kaybedersiniz. Çünkü, üretimden ayrıldığınızda oradaki teknolojik bilgiyi kaybediyorsunuz ve o üreten ülkelere geçiyor. Onlar o yenilikleri yapıyorlar ve siz teknolojik olarak da geri kalıyorsunuz. Robert Solow’un büyüme modelinde -şu anda geçerli olan büyüme modeli bu- üç temel değişken var. Bir, insan kaynağı, miktar ve kalitesi. İki, makine sayısını ne kadar artırabiliyorsunuz? Üç, teknolojik değişim. Üretimin gelişmekte olan ülkelere kaymasıyla birlikte teknolojik değişme de oraya kayıyor. Büyümenin üç değişkeni, gelişmekte olan ülkelerde kendini bulmaya başlıyor.
● ORTA SINIF İNSAN KAYNAKLARINI GELİŞTİRDİ - Türkiye’de dillerden düşmeyen yüksek miktardakicari açık sizce sorun değil mi?
- Mesela ülkemize bakıyoruz, Türkiye’de de cari açık yüksek deniyor ve bir risk olarak görülüyor. Ama Türkiye’nin ithalatının beşte biri makine ithalatıdır. Diğerleri ya ara malı ya da hammadde ithalatıdır. Böyle baktığınız zaman, demek ki bu bir üretime tekabül ediyor. Makine sayısı ve Türkiye’nin insan kalitesi artıyor. 17 milyon kişinin orta sınıfa geçtiğini söylüyoruz. Bunların çocuklarının eğitim talebi var. Özel okullara gitmek istiyor, daha iyi eğitim almak istiyor. Burada bakıyorsunuz, karşınıza Anadolu sermayesi çıkıyor. Anadolu Kaplanları denilen, Gaziantep’ten, Denizli’den,Konya’dan, Kayseri’den, Yozgat’tan yeni işadamları çıkıyor ve bunlar küresel düzeyde rekabete başlıyorlar. İnsan kaynakları gelişimine de baktığınızda 1980’den sonra dışa açılma ile birlikte yabancı dil eğitimi veren kolejlerin artmasıyla başladığını görüyorsunuz. Bugün hangi ilde hangi şirkete giderseniz gidin, yabancı dil bilen 2-3 tane eleman buluyorsunuz. Nereden öğrendiniz diye sorduğunuzda, “önce buradaki kolejde okuduk, daha sonra yurt dışında master yapıp geldik” diyorlar. Yeni gelişen orta sınıf, insan kaynaklarını da geliştirdi.
●TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM HABERCİSİ
Mesela aynı şey Brezilya’da da geçerli. 33 milyon kişi orta sınıfa geçiyor. Yeni orta sınıf, eski orta sınıfın elinden işlerini alıyor. Eski orta sınıfın doktorluk, bürokratlık, avukatlık gibi işlerini yeni orta sınıf alınca eski orta sınıf rahatsız oluyor. Mesela, Türkiye’de de bunun siyasal düzeyde çatışmalarını görüyoruz. Anadolu’dan gelenler, Anadolu sermayesinin temsilcileri, İstanbul’a geldiklerinde, çocuklarımızı yabancı dil bilen kolejlerde, Boğaziçi Üniversitesi’ne göndereceğiz talepleri gelince, bir bakıyorsunuz İstanbul sermayesindeki hakim sınıf tereddüt ediyor. “Bunlar nereden çıktı, ne yapıyorlar, başörtüsü ile cipe biniyorlar”, gibi eleştiriler de hep bu çelişkilerden kaynaklanıyor bana göre. Buradaki dinamizm, sadece Türkiye’de değil bütün gelişmekte olan ülkelerde var. Brezilya’da ve Hindistan’da da aynısı oldu. Yani sermayedar kesimde bir çatışma var, eski ve yeni sermayedar arasında. Mesela İstanbul – Anadolu sermayesi çatışması var, bir de orta sınıflar çatışması var. Aslında bu toplumda bir dönüşümün habercisi.
Dünyaya baktığımızda da gelişmekte olan ülkelerin hakim ekonomi olarak dünya üretiminde yer almaları, zengin ülkelerin gözünde kriz olarak değerlendiriliyor.
- Kriz olarak değerlendirilmesinin bir nedeni de, dünya çapında olumsuz sonuçlarının ortaya çıkması. ABD’de, Avrupa’da kriz olduğu zaman borsalar düşüyor, dolar ve euroda şaşırtıcı oynaklık başlıyor, bankalar sıkıntıya giriyor, altın yükseliyor vs. Ayrıca, gelişmiş ülkelerde büyüme durunca, bizim ihracatımız azalıyor, işsizlik ortaya çıkıyor. Kendisini kriz olarak adlandırılabilecek bir yanı var.
-Var ama şöyle... 2008’de Lehman Brothers yatırım bankası battığında ABD’de başlayan kriz Avrupa’ya sıçradı. Biz de Gümrük Birliği içinde olduğumuz için bize de yansıdı. Ekonomi yüzde 4.7 oranında küçüldü. Ama bakıyorsunuz, Uzakdoğu’da Çin, Güney Kore daralmadı. İç talebi son derece canlı tuttular, ya düşük oranlı büyüdüler ya da normal büyüdüler. ● KRİZ LOBİSİ KRİZ HAVASI YARATTI
- Dünyaya daha az entegre oldukları için belki bunu yapabildiler.
-Türkiye de yüzde 4.7 oranında daralmayabilirdi. Ama, İstanbul sermayesi, buna kriz lobisi de diyebiliriz, Avrupa’da kaybettikleri parayı karşılayabilmek için kriz Türkiye’de çıkmış gibi hava yarattı. Kamu maliyesi olarak baktığınızda, Türkiye’de krizin göstergeleri yoktu. Kamu maliyeniz sağlam. Bankalarınız sağlam. ABD’de ve Avrupa’da bankalar çöktü, Türkiye’de olmadı. 2001 krizinden sonra bankaları sağlamlaştırmışsınız. Buna rağmen bir propaganda başladı ve tüketici güveninin gerilemesinden doğan iç talep daralması ile 4.7 oranında daraldık.
Avrupa ekonomileri, sonrasında da bu işin içinden çıkamadılar. Yunanistan, Portekiz, İtalya, İrlanda, İspanya hatta Belçika çıkamadı. Türkiye ise hızla büyümeye başladı yeniden. Demek ki Anadolu sermayesinin rekabetçi gücü, diğer pazarlara ihracat yapma imkanını da buldu. Türkiye’nin işadamları fevkalade yetenekli, ekonomideki olumsuzluğu hemen algılayıp küçülebiliyorlar ve sonra da hemen üretimlerini artırıp büyümeye geçebiliyorlar.
● ÖNEMSENMEDİ TARIM VE HAYVANCILIK ÇÖKTÜ
Dünya krizi dediğimizde, zengin ülkeler gerçekten krizdeler, çünkü büyüyemiyorlar. Mesela İtalya 10 yıldır büyüyemiyor. Büyümeyince aldığını borçlar daha da büyüyor. Yunanistan, İrlanda gibi ülkelere baktığımızda, küçülünce borç yükleri daha da artıyor. Devletin mali krizi iyice derinleşiyor. Ama gelişmekte olan ülkelere baktığınızda, iç talep ve kendi aralarındaki ticaretle gelişmelerini sürdürebiliyorlar. Türkiye’den örnek verelim. Türkiye geçmiş 20 yılda tarıma, hayvancılığa önem vermedi. “Bunun katma değeri çok düşük, bir kilo bilgisayar mı bir kilo buğday mı” denildi. Bir kilo bilgisayar tercihi yapıldı. Hatta bir çok köşe yazarı, “Efendim tarımın ne önemi var, parasını verip alırsınız” dedi. Sonunda ne oldu? Hayvancılık ve tarım çöktü. Oradaki teknolojiyi de kaybettik. Ama son 3-4 yıldır bunun farkına varılınca, gıda için ayrılan alanlar azalınca gıda fiyatları yükselmeye başladı. O zaman biz, bunu görememişiz, çok yanlış yapmışız, dedik. Şimdi ne oluyor, birincisi pahalıya alıyorsun, belki de alamayabiliyorsun... Rusya, Çin ve Hindistan biliyorsunuz ihracatına sınır koydu. Böylece fiyatlar bir anda fırladı. Türkiye, bu tür sektörlerde üretimini sürekli yapmalıdır. Tarımda biz teknolojiyi de kaybettik, kırmız ette fevkalade geriye düştük. Ama şimdi yağdırılan teşviklerle önümüzdeki 3-4 yıl içinde durum belki düzelecek.
● REFAHLARI GERİLİYOR
Türkiye niye yurt dışından tohum ithal ediyor? Siz gerekli önemi vermeyince teknolojik sıçramayı yapamıyorsunuz. Hayvan üretiminde gerekli teknolojik bilgiyi yenileyemiyorsunuz. Gelişmiş ülkelerin sorunu da bu. Üretmedikleri için teknolojiyi yitiriyorlar. Son açıklanan rakamlarda, Amerika Birleşik Devletleri’nde halkın yüzde 15’inin fakirlik çizgisinin altında yaşadığı ortaya çıktı. Yani refahları da gerilemeye başladı.
- ABD ve Avrupa’da yaşanan sorunlar bizim için problem yaratacak bir noktada mı? Kaygılanmalı mıyız?
-Hayır. Gelişmekte olan ülkelerin kendi aralarındaki ticaret giderek arttığı için, ekonomik büyümeyi geliştirdikleri için zaten zengin ülkelerle olan dış ticaret azalma sürecine girmiş durumda. Kısa dönemde etkiler mi, evet etkiler. Piyasalar, borsalar iner çıkar. Zaten borsalar 2000 yılından bu yana sürekli olarak aşağı yukarı oynuyor. Eskiden yüzde 2’lik oynamaya “crash” derdik, şimdi yüzde 8-9’luk oynamalar olabiliyor.
- Türkiye’nin ihracatı büyük ölçüde Avrupa Birliği ülkelerine yapılıyor. Bu açıdan baktığımızda Türkiye için hiç sorun olmaz mı?
-Kısa vadede sorun olur. Ama siz orta ve uzun vadede yeni pazarlara yöneliyorsunuz.
● LİBYA’YA NEDEN KOŞUP GİTTİLER?
- Peki böyle pazarlar var mı?
-Evet, var. Bakıyorsunuz Uzakdoğu, Ortadoğu, Kuzey Afrika sizden mal talep ediyor. Bu pazarlara girmek zorundasınız. Mesela Çin Afrika’yı üretim alanı seçti. Tarımsal üretimini, maden üretimini orada yapıyor. Türkiye de bu pazara girmek zorunda. Başbakanın Kuzey Afrika’ya yaptığı ziyaretin bir nedeni de ekonomik yaşam alanlarının açılması. Bu karşılıklı ikili ilişki şeklinde olacak tabii. Mesela neden Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile İngiltere Başbakanı David Cameron birlikte Libya’ya koşup gittiler? Çünkü Libya’nın petrolü var. Ayrıca Libya’nın güneş enerjisi kaynağı var. Mesela çöle yerleştirilecek dev panellerin, Avrupa’nın güneş enerjisi merkezi olabileceği yolunda düşünceler var. Güneş enerjisi panellerini kurmanız için geniş alanlara ihtiyaç var. Bunlarda da mülkiyet sorunu olmaması lazım. Çöllerde, mülkiyet sorunu olmadan, çok geniş alanlara kurduğunuz panellerde üreteceğiniz elektriği doğrudan Avrupa’ya aktarabilirsiniz.
● EKSEN KAYMASI EKONOMİDE
Mesela Türkiye, NABUCCO projesinde hem yapıcı hem de geçiş ülkesi. Avrupalılar şimdi Türkmenistan’la, Azerbaycan’la anlaşıyorlar. Onların gazı da NABUCCO üzerinden geçecek çünkü Rusya geçmiş dönemde gazı kesince enerji güvenliği kalmadı. Dolayısıyla hem Türkmenistan, Azerbaycan gazının, hem de Mısır’daki gazın NABUCCO projesi üzerinden nakli bir yerde Avrupa’nın enerji güvenliğini sağlayacak. Türkiye’nin Arap ülkelerine, Uzakdoğu’ya, Latin Amerika ülkelerine gidişi, bence yeni dünya ekonomisinin gerekleri. Hani eksen kayması diyorlar ya, eksen kayması bence ekonomik olarak realitenin bu yönde gelişmesi. Yoksa altı boş olan bir siyasi değişim değil. Bu da doğal. Olması gereken bu. Fransa ve İngiltere liderlerinin, acilen, Başbakan Erdoğan’dan önce koşup gitmeleri, bu pazarların önemini ortaya koyuyor. Türkiye bence burada çok iyi bir rol oynayabilir.
● CARİ AÇIK RİSK DEĞİL
- Eylül’de açıklanan büyüme rakamları da şaşırtıcı idi. Türkiye ekonomisinde aydınlık bir döneme mi giriliyor?
-Türkiye’nin son dönemde kamu maliyesinin iyi yönetilmesi, bütçe açıklarının azalması, borç yükünün düşmesi, özel sektöre daha çok fon kullanma imkanı doğuruyor. Bu, büyümeye de önemli ölçüde destek veriyor. Büyümenin üç unsuruna baktığınızda, insan kalitesi Türkiye’de yeterince var. Biraz önce söylediğimiz gibi makine ithalatı, tüm ithalatın beşte birini oluşturuyor. Teknolojik geliştirmeye KOBİ’ler de dahil olmak üzere devlet de pay ayırıyor. Önemli teşvikler verildiği için, bu üç bileşen büyümeyi hızlandırıcı unsur oluyor. Türkiye’nin riskine gelince, cari açık bir risk olarak nitelendiriliyor. Bu da bana göre şu anda bir risk değil. Türkiye’de ne zaman cari açık sorun yaratsa bunun nedeni kamu açıklarıydı. Türkiye, Osmanlı Devleti dahil, son 200 yılda 6 defa borçlarını ödeyemez duruma düşüyor. Bunların hepsi kamu açıkları yüzünden. Bütçe açığınız ve borç yükünüz çok yüksek olduğu için borcu dışarıdan finanse ediyorsunuz ve politikacı bu riski yönetemiyor. Ama bugün öyle değil. Bütçe açıkları küçüldü ve bu yıl yüzde 12’nin altına doğru gidiyor. İlk sekiz ayda bütçe fazla verdi. Borç yükü, yüzde 96’lardan yüzde 40’lara gerilemiş durumda. Faiz dışı fazla, stok borç yükünü azaltıyor. Bütün bunlar, Türkiye ekonomisinin sağlam olduğunu gösteriyor. Yani cari açık üzerinde kamunun bir etkisi yok.
● DESTEK GELMEDİ BORÇLARI ÖDEDİLER
- Peki bu kimin cari açığı?
- Önce cari açık nedir, onu söyleyeyim. Ürettiğinden fazla harcamaktır. Kim bunu yapan, özel sektör. Bunun bir teminatı var. Özel sektör bu borcu yapabildiğine göre demek ki teminatı verebiliyor. Bunun bir kısmı “back to back” dediğimiz yurt dışında tuttuğu paraları kendi şirketine kredi olarak veriyor, bunun yanında, dünyada para ucuz olduğu için bankalar çok kolay kredi buluyor. Burada da risk var mı yok mu tartışmasına girdiğimizde, bankalar açık pozisyonlarını sigorta etmiş durumdalar. Bunu da vadesi geldiğinde döviz olarak ödeyecek. Bunların hiçbirinde Hazine garantisi de yok. O zaman devletin herhangi bir mali kriz yaratması mümkün değil. Özel sektörün kendi yarattığı cari açığı da ödemesi normal gözüküyor. Zaten 2008’de de biliyorsunuz bir kriz lobisi ortaya çıktı. Dedi ki, 35 milyar dolar alın, bize verin. Devlet de baktı, benim açığım yok, borç yüküm de düşük, neden alayım dedi. Ne oldu, hiçbiri borcunu ödeyemez duruma düşmedi, hepsi de ödediler. Demek ki bu borçları hakikaten bir cepten bir cebe borçmuş. Ama bugüne kadar bu şekilde Türkiye’yi sömürdü İstanbul sermayesi. Devlet, İstanbul Yaklaşımı, Boğaziçi Yaklaşımı, Arnavutköy Zirvesi diye tüm borçlarını devletin sırtına yıktılar. Son krizde bu yapılmayınca da mecburen ödediler.
● CARİ AÇIK YATIRIM KAYNAKLI
Bu nedenle, kamu kaynaklı olmadığı için cari açığın bir sorun teşkil edeceğini düşünmüyorum. Zaten mesela bugün Nobelli iktisatçı Joseph Stiglitz’in bir açıklaması var, diyor ki, “Türkiye’de bankalar sağlam. Cari açığına baktığımızda da bunun yatırım amaçlı olduğu görülüyor. Tüketim amaçlı değil. Tüketimden kaynaklanan bir cari açık olmadığı için riski pek yok.”
● ORTADOĞU’DAN VE AVRUPA’DAN PARA GELECEK
Türkiye ekonomisi, küresel düzeyde sağlam ekonomiler arasında. Avrupa’daki bankaların çöküş yaşamasından söz ediliyor. IMF Başkanı, “Avrupa bankalarının 500 milyar euro ek sermayeye ihtiyaçları var” dedi. Sonradan yalanlandı bu, daha tespit edilecek falan diye. Türkiye bankalarına baktığınızda böyle bir şey yok. Sermaye yeterlilik rasyolar çok yüksek. Bu durumda, Avrupa’da korkan para sahiplerinin bir kısmı parayı Türkiye’ye getirecek. Öte yandan, Ortadoğu’nun kaotik ortamı, oradaki paranın da Türkiye’ye gelmesini sağlayacak. Bunun yanında, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına bakıyorsunuz, geçen yılın toplam rakamı, yılın ilk 7 ayında gelmiş : 9.1 milyar dolar. Eğer mali disiplin böyle bozulmadan sürdürülürse bence Türkiye’nin büyüme hızında yıllık yüzde 5.5 – 6, hatta 7’ye varan ortalamalar tutturulabilir.
● BÜYÜME YÜZDE KAÇ OLUR?
- Evet, büyümeye geçelim.İkinci çeyrek rakamları açıklandı. Üçüncü ve dördüncü çeyrekler ile yıl sonuna ilişkin tahminleriniz nedir?
-Bir azalma bekleniyor. Merkez Bankası’nın kredileri daraltıcı ve kredi kartlarında aldığı tedbirler tüketici kredilerinin azalmasına neden olacak. Avrupa’nın ithalatının azalması, ABD’de yaşanan sorunlar tabii ki Türkiye ekonomisini de etkileyecek. Üçüncü ve dördüncü çeyrekte daha düşük bir büyüme söz konusu olacak. Ama bana sorarsanız yıllık büyüme yüzde 7 civarında olur. Çünkü, IMF’nin en son tahmini 8.7 dolayında. IMF, 2012 yılını da yüzde 2.5 olarak tahmin ediyor, orada bir düşme bekliyor. Gelecek yıl için benim tahminim yüzde 4.5-5 dolayında. ● ÖZELLEŞTİRİLECEK VARLIK ÇOK
- Türkiye ekonomisinde başarısızlık olarak değerlendirebileceğiniz bir alan var. O da özelleştirme. Bu yıl çok fazla yol alınamadı. Özelleştirme bitti mi, yapılacak bir şey kalmadı mı?
-Seçim yıllarında özelleştirmedurur. 2011 yılı genel seçim yılı olduğu için, yılın ilk 6 ayında hiç ilana çıkılmadı. Bana göre Türkiye’de özelleştirilecek çok varlık var. Devletin aşırı büyük olması, onu hantallaştırıyor. O açıdan baktığınızda, bugün Yunanistan niye krize girdi? Özelleştirmede ayak sürüdüğü için. İtalya krize girince, şimdi enerji şirketlerini özelleştirmek için çalışmalara başladı. IMF, Yunanistan’a, İtalya’ya ve Portekiz’e hızla özelleştirme yapmalarını öneriyor. Türkiye’de, daha yapılabileceklerin üçte biri yapıldı. Alınacak çok yol var. Mesela enerji dağıtım şirketlerinin özelleştirmesi çözülemedi. Bunlarda belki bir yöntem hatası da var. İhalelerde, en yüksek fiyatı verene değil de kapalı teklif ve ikinci sıradakine verme usulüne geçilebilir. ABD’de bu yöntem özellikle bu tip ihalelerde kullanılıyor. Bu metoda geçilebilir. Açık artırmada o anki psikolojik duruma göre firmalar çok yüksek paralar veriyorlar, ama sonra bunun ödenemeyeceği görülüyor.
● DOĞRU FİYATLAMA YAPILMASI GEREKİYOR
Ayrıca, enerjide üretim özelleştirmesi, madencilikte özelleştirmeler yapılabilir Bunlar mülkiyetin devri şeklinde yapılmamalı. Zaten enerji dağıtımı,üretimi ihaleleri mülkiyetin devri şeklinde yapılmıyor biliyorsunuz. 20-25 yıllığına işletme hakları devrediliyor. Doğal tekeller dediğimiz, gaz, elektrik, su işletmeleri gibi kamu kurumlarının özelleştirilmesinde de dikkat edilmesi gereken regülatörlerin iyi çalışması. Yani bağımsız düzenleyici kurumların üstte iyi kurulmuş olması gerekiyor. Bunlarda doğru fiyatlama yapılması lazım. Tüketiciye hakikaten, marjinal maliyet eşitliğine kadar gidecek bir seviyede fiyatlama yapması lazım. Aksi takdirde, düşük gelir grupları bundan olumsuz etkilenir. Özelleştirmede yapılacak çok şey olduğuna inanıyorum. Bankacılık kesiminde hala en büyük kesim kamunun elinde. Bankalar kamunun elinden de çıksın demiyorum. Ama, mesela ZiraatBankası’nın yüzde 40’ı halka arzedilebilir. Sonuçta banka şeffaflaşır. İş Bankası halka arzedildi ve daha iyi çalışıyor. Yönetimi gene devlette de kalabilir. Halka arz edilince sermaye piyasası mevzuatına tabi olacağından vatandaş burada neler olduğunu bilir. Genel kurulda hesap verilir. Şimdi ise kapalı olduğu için kimse ne olduğunu bilmiyor.
● İHALE SİSTEMİNDE HATA VAR
- Bu yılki özelleştirmeler hacim olarak çok büyük olmalarından dolayı mı iptal edildi?
-Elektrik dağıtım ihalesini birinci sırada kazananlar gerekli finansmanı bulamadılar. Teminatları da yakıldı. Aralarında anlaşmazlık çıktı ya da gruplardan birisinin belki de finans yetersizliği vardı. Diğer sıralardaki firmalarda da sorun var. Kimisi, bir ihaleden çıkıyor diğerine geçiyor, ben orayı istiyorum, diyor. Burada, iyi düzenlenmemiş bir ihale var gibi görüntü karşımıza çıkıyor. Kısıtlamalar konmalıydı. Bütün firmalar giremez, belli bölgelere o bölgenin firmaları girebilir denecekti. Ya da belli yeterlilikler aranacaktı. Şimdi herkes her tarafa girdi. Ben ihale yönteminde bir problem var diye düşünüyorum. Yap-işlet-devret tarzı özelleştirmelere girilmesi lazım. Mesela, İzmit-İzmir otoyolu. Bunu devlet yapsaydı büyük bir maliyet gelecekti. Şimdi şirket finansmanı kendisi buluyor, kendisi yapacak, belli bir süre işletecek ve devlete devredecek. Bu, çok kullanışlı bir yöntem. Geçmişte yargı bunların çoğunu iptal etti. Türkiye, körfezden geçecek İzmit köprüsünü 1990 yılından beri konuşuyor. İlk hazırlayan, o zamanki SHP’li bakan Onur Kumbaracıbaşı idi. O günden beri bekledi ve ancak kısa süre önce fiiliyata döküldü.
● KOBİ’LER BÜYÜMEYE ODAKLI ÇALIŞMALI - KOBİ’lerin önlerini görebilmeleri açısından, önümüzdeki dönemde karşılaşılabilecek riskler nelerdir, nasıl bir yol izlemeleri doğru olur?
-Türkiye ekonomisine dinamizm veren unsurlar KOBİ’lerdir. Türkiye ekonomisi için bütün siyasi partilerin üzerinde uzlaştığı bir 2023 Vizyonu var. Hepsi de 2 trilyon doların üstünde bir milli gelir öngörüyor. Buna göre büyüme her yıl yüzde 5-6’nın üstünde olacak. Demek ki iktidara kim gelirse gelsin büyümeye önem verecek. KOBİ’ler büyümeye odaklı çalışmayı düşünmeli. Rekabetçi olmalılar ve araştırma geliştirmeye önem vermeliler. İnsan kaynaklarını güçlendirmeliler ve eğitime yatırım yapmalılar. Büyümenin önemli unsurlarından birisi insan, diğeri de makine yatırımları. Bu bileşenler, Türkiye’de KOBİ’lerin önümüzdeki dönemde hızl büyümesini sağlayacak. KOBİ’lere verilen teşvikler de yeterli bana göre. Emek istihdamı üzerinde belki yeni teşviklerin verilmesi gerekiyor. Çünkü emek maliyeti yüksek olduğu için bu konuda talepleri olabilir. Ar-Ge yatırımları için teşvikler artırıldı.
● KOBİ’LER ÇABUK KÜÇÜLÜP, HIZLI BÜYÜYOR Nouriel Roubini, Türkiye’deki işadamlarının, özellikle KOBİ’lerin ekonomik şoklar karşısında hızla küçülüp daha sonrahızla büyüyebildiğini ve ekonominin geleceğini görebildiklerini belirtiyor. “Türkiye’de kavrayıcı bir işadamı tipi var” diyor. Bunun çok önemli bir değişken olduğunu söylüyor. Bakıyorsunuz, KOBİ’lerin teşkilatları, Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın teşkilatından daha iyi çalışıyor. Gidiyorsunuz, Afrika’ya, Asya’ya gidiyorsunuz, görüyorsunuz ki iş dünyasının oradaki temsilcileri resmi görevlilerden çok daha aktif. Bu çok önemli.
● DOLAR YILI 1.70’TEN KAPATIR
- Peki, yıl sonuna kadar faizler, dolar ve euro ile rekor düzeylere çıkıp inen altının durumu ne olur?
-Faizlerde bir gerileme söz konusu. Küresel düzeyde de öyle. Zaten ABD Merkez Bankası, 2013 ortasına kadar ben faizleri artırmayacağım, dedi. Faizler artmayacağına göre gevşek bir para politikası izleyecek. Bundan, 2013 yılına kadar dünyada faizlerin düşük kalacağı ortaya çıkıyor. Danimarka Merkez Bankası bugün faiz indirdi. Danimarka küçük bir ülke olabilir ama yönü göstermek açısından önemli. Faizler düşük olunca küresel düzeyde daha ucuz finansman olanağı sağlıyor. KOBİ’ler açısından bu önemli. Kur, yavaş yavaş ihracatı destekleyici bir hal alıyor. Bugüne kadarki yüksek faiz düşük kur politikası, ithalatı destekleyen bir politikaydı. Bu değişim bence KOBİ’ler için çok iyi bir şey. Yıl sonunda dolar/TL paritesi 1.70 olarak bekleniyor. Beklentiler o şekilde. Yükleniyor...
İLGİLİ HABERLER
YAZARLAR
Tümü
ÖZEL HABER
HAVA DURUMU
|
|