SON DAKİKA
OSBDER Başkanı Vahit Yıldırım
Özlem Özüner
Tekirdağ'da nasıl sanayi odası olmaz?
ÇOSB Başkanı Ömer Sarıoğlu
Transatlantik Anlaşması ile yeni bir dünya kuruluyorDoç. Dr. Sedat Aybar, “Avrupa Birliği ve NAFTA’nın imzalayacağı serbest ticaret anlaşması dünyada korkunç büyüklükte bir ticari bölge yaratacak. Bu Transatlantik Anlaşması sadece ticaretin boyutlarının büyüklüğü ile ilgili olan bir şey değil. Bunun ötesinde ticaretin niteliği ile ilgili bir boyutu da var. Periferide kalan ülkeler büyük kayıplar yaşayacak. Türkiye, ABD ile ikili anlaşma yapmaya çalışıyor, ancak ikili anlaşmalarla Transatlantik ticaret blokuna dahil olmak zor. Tek çıkar yol AB’ye tam üyelikten geçiyor” dedi.GİRAY DUDA Doç. Dr. Sedat Aybar, Kadir Has Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi Bölüm Başkanı Doç. Dr. Sedat Aybar ile dünya ve Türkiye ekonomisinin son durumunu konuştuk. Doç. Dr. Aybar, dünya ekonomisindeki en önemli gelişmenin Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması olduğunu belirterek, Türkiye’nin ‘saniye bile kaybetmeden’ burada yer almak için çalışması gerektiğini vurguluyor. Aybar’a ‘Global Sanayici’ adına sorduğumuz sorular ve aldığımız yanıtlar şöyle: - Yıllardan bu yana kriz konuşuyoruz ve galiba yıllarca da konuşacağız. Kriz 2008’de Amerika Birleşik Devletleri’nden dünyaya yayıldı ve geçenlerde ABD Merkez Bankası Başkanı’nın açıklamaları da dünyaya yeni kriz dalgalarının yayılmasına neden oldu. Sizden önce ABD’nin ve krizin bugünkü durumunu anlatmanızı rica edeyim. - Başlangıç noktası olarak ABD’nin seçilmesi oldukça isabetli. Çünkü ABD hala dünyanın en büyük ekonomisi. Bu, şu anlama geliyor. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki her türlü ekonomik gelişme, uygulanan politikalar dünyanın diğer kesimlerini de doğrudan etkiliyor. Küreselleşme denilen sürecin içerisindeki motor güç ABD’nin iktisadi yapısıdır. Küreselleşme kelime anlamıyla çok güzel bir şey. Dünyada herkes birbiriyle yakın ilişki ve bağlantı içinde oluyor. Ama onun altında yatan temel iktisadi gerçek Amerika Birleşik Devletleri’nin iktisadi performansıdır.
Dünya, 2008 yılında toksik olan finansal varlıklar nedeniyle bir kriz yaşadı. 2008 yılından bugüne kadar finansallaşmanın getirdiği kriz henüz çözülmüş değil. Burada iki tane önemli olgu var. Bunlardan bir tanesi, ABD’nin üretim ve tüketim yapısının geçirdiği evrim. Bu evrim içerisinde, ABD, üretim bazını coğrafi olarak kendi ülkesinden Doğu Asya’ya taşıdı. Uzak Doğu’da Çin Halk Cumhuriyeti başta olmak üzere Vietnam, Tayland, Kamboçya gibi ülkelere, yani emek maliyetlerinin çok düşük olduğu ülkelere kaydırdı. Üretim buraya kaydırılınca istihdamda sorunlar çıktı. İstihdamdaki sorunların tüketime olumsuz etkisi oluyor. İşçi ücretlerini baskı altında tutan bir Amerika Birleşik Devletleri’nde toplam özel tüketim daraldı. Bunun bir şekilde desteklenmesi gerekiyordu bu da bireysel krediler üzerinden oldu. Bireysel kredilerin patlamasının ve yaygınlaşmasının getirdiği bir para arzı yaygınlaşması var. Para arzının yaygınlaşması faiz hadlerini düşürdü. ABD’de paranın maliyeti son derecede düşük olduğu için kredi patlamasını gerçekleştiren bankalar ve finans kuruluşlarının risk algıları da aşağıya çekilmiş oldu. Bunlar aslında kredi verilmeyecek olan kesimlere de kredi vermeye başladılar. Bu şekilde tüketimin düşmesi engellendi. Tabii bu iktisadi politikayı muhafazakarların iradesi altında uyguladı. Onların da 1980’lerden beri gelen bir yaklaşımı var. O da neo-liberal iktisat. Yani ‘bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler’ felsefesi. NEO-LİBERAL POLİTİKALAR HALA CANLI Bu tabii ki genişlemenin ikinci boyutunu gösteriyor. Yani 2008 krizinin getirdiği bir dünyanın düşünce boyutuna yansıması ve bu düşüncelerin nasıl tedavi yöntemleriyle gelişeceği önemliydi. O konuda henüz bir adım atılabilmiş değil. Yani bir nevi bir idefix (saplantı) var. Bu neo-liberal politikalardan vazgeçilmiyor. Tabii zaman zaman Keynesyenizm geri geliyor mu, neo-Keynesyenler mi geliyor, devlet müdahale etsin mi etmesin mi gibisinden bir takım tartışmaların yapıldığı yaygın medyada görüyoruz. Fakat bu tartışmalar bir şekilde idarenin uygulamalarına yansımıyor. Demek ki hala neo-liberal politikalar para arzının genişlemesi üzerinden takip edilen politikaların devamını görüyoruz. YENİDEN PARASAL GENİŞLEME OLABİLİR Ancak, yakın zamanda şöyle bir şey de ortaya çıktı. ABD Merkez Bankası FED, genişlemeden vazgeçmeye başladı. Bu vazgeçmenin kredi daralması gibi bir etkisi var. Bu da Amerikan dolarının diğer paralar nezdindeki kıymetini artırdı. Yani ABD dolarının dışındaki başka paralar değer kaybetmeye başladı ki biz bunu Türkiye’de hissettik. Ama sadece Türkiye’de değil, Brezilya’da, Ukrayna’da, Şili’de, Arjantin’de ve diğer birçok ülkede hissedildi. Yani krize büyük bir cari açıkla yakalanmış olan ülkeler, Amerikan Merkez Bankası’nın parasal genişlemeyi durdurması ve daraltması ile bunun olumsuz etkilerini hissetmeye başladı. ABD BU DARALMAYI SÜRDÜREMEZ Parasal genişlemenin daraltılması, neo-liberal politikalardan vazgeçilmesi anlamına gelmiyor. Bu konunun başka bir yönünü gösteriyor. Bu yapılan parasal genişlemenin aksi istikametinde bir uygulamadır ve ilelebet devam edebilir mi? Neo-liberal politikalardan vazgeçmeyen ABD bu kadar sıkıntı içerisindeyken, büyük bir cari açık verirken ve cari açığını dış finansman yolu ile kapatma yolunu seçmişken, bunun da en önemli finansörü Japonya ve Çin Halk Cumhuriyeti iken ABD ilelebet bu daralmayı sürdüremez. Bu geçici bir önlem diye düşünüyorum. SİSTEM ANCAK KRİZLERLE DENGEDE DURABİLİYOR Bu bir yandan da şu anlama geliyor: Bu geçici bir sıkıntı ve yeniden bir parasal genişleme gerçekleşebilir. Bunun olması halinde bundan sonraki dönemde dünyada fiyat hareketlerinin yukarıya çıkması gibi ciddi bir takım sıkıntılar yaşanacaktır. Yani bu dengeyi bozduğunuz takdirde, kaldı ki bu Arap Baharı denilen şeyin arkasında da ABD dolarının genişlemesi, emisyon genişlemesi vardı. Bunlar özellikle gıda maddeleri üzerindeki fiyatların artışını getirdi. Hatırlarsanız Mısır’da Tunus’taki ayaklanmaların öncesinde yüksek işsizlik, oradaki tüketim daralması bu eylemleri tetiklemişti. Buna benzer bir siyasi platformda görebileceğimiz, yığınlardaki umutsuzluk, işsizlik, çaresizliğin getireceği bir takım hareketlenmeleri de beraberinde getirebilir. Krizin W biçiminde birkaç defa dip yapığı biçiminde dibe vurma olayı olağan hale geliyor. Kapitalizm kendisini krizler içinde ancak dengede tutabiliyor. Bu da bir takım hıçkırıklarla birlikte uzunca süre devam edeceğini gösteriyor. Paranın daralması veya genişlemesi anlamında hıçkırık tutmaları yaşanıyor. DÜNYA UÇURUMUN KENARINDA MI? - Bu durum dünya açısından korkutucu değil mi? ABD, piyasaya verdiği para miktarını azaltınca dünyanın pek çok ülkesi ağır darbeler alıyor. Dünya çok hassas bir dengede ve uçurumun kenarında duruyor gibi görünüyor. - Nedense uzun süredir o uçurumun kenarında duruyor ve bir türlü uçurumdan düşmüyor. Mesela ABD’de tüketimin desteklenmesinden bahsetmiştim. Şöyle tanımlanıyordu: ABD menşeli şirketler gidip Çin’de üretim yapacaklar. Çin, ihracata dayalı ekonomik büyüme modeli uygulayacak. Bu ihracata dayalı ekonomik büyüme modeli sayesinde Çin ucuza ürettiği malları ABD piyasasına sokacak. Tüketici bir şekilde mutlak üstünlükler çerçevesi içerisinde ucuza mal tüketebilecek. Yani refahları bir şekilde değişmeyecek. ÇİN’E ‘TÜKETİMİNİ ARTIR’ BASKISI Şimdi, IMF ve Dünya Bankası ya da Washington kuruluşlarının hazırladığı yeni bir cinfikir var. O da şu : Çin Halk Cumhuriyeti bugüne kadar çok fazla ihracata dayalı politika gerçekleştirdi. İhracat yaptı ve elinde çok fazla para birikti. 2 trilyon dolar tutarında bir parayı Amerikan tahvillerine yatırdı. Dolar eğer kıymetlenirse bunların kıymeti de artacağı için doları çok fazla da kıymetli tutamaz. Çin Halk Cumhuriyeti ihracata dayalı iktisadi büyüme modelinden vazgeçsin ve bir yandan da içerideki tüketimi artırsın. Zaten Çin’in de ihtiyacı olan budur. Halkı çok fakirdir. Çinliler eğer tüketici olarak devreye girerlerse o zaman Amerika’da üretilen mallara talep artar. Dünyanın diğer yerlerinden Çin’e ihracat yapılır. Bu da uçurumun kenarına gelmiş olan dünyayı oradan kurtarır. Bu bir çözüm yolu olarak ortaya atıldı ve hala konuşuluyor. İNANILMAZ ETKİSİ OLACAK Ama son zamanlarda bir başka önemli gelişme oldu. Çin’i çok fazla abarttığının farkına varan Amerikalı yöneticiler, uçurumun kenarına gelen dünyanın kurtulmasının da çok zor olduğunu fark ettiler. Avrupa Birliği ile Kuzey Amerika, Kanada, Meksika bir araya gelerek bir serbest ticaret anlaşması imzalamayı kabul etti. Avrupa Birliği ve NAFTA’nın imzalayacağı serbest ticaret anlaşması dünyada korkunç büyüklükte bir ticari bölge yaratacak. Bu Transanlatik Anlaşması’nın dünya üzerindeki etkisi inanılmaz olacak. Bu sadece ticaretin boyutlarının büyüklüğü ile ilgili olan bir şey değil. Bunun ötesinde ticaretin niteliği ile ilgili bir boyutu da var. ABD, AB ile birlikte yeni bir dünya kuruyor. Bu dünya kendi imajında olan bir dünya. Çok kültürlü, çok dinli, çok milletli bir dünya ama hepsinin ortak paydası olan neo-liberal politika var. Şimdi yeni kurulan bu dünyanın, niteliksel olarak baktığınızda farklı olduğunu görüyorsunuz. Burada üretilecek olan teknoloji, çekim gücünü oluşturacak üretim yapıları geçmiş dünyanın üretim yapılarından radikal biçimde farklı olacak. Yani yeni yaratılan ticaret blokunun uyguladığı ticari teknolojiler de inanılmaz biçimde radikal bir dönüşüm çerçevesinde gerçekleşecek.
Bunun dışında kalmak, bu değişime dışarıdan bakmak, Avrupa Birliği’nin doğusundaki ülkeler, işte Ukrayna, Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti ve diğerleri ile Kuzey Afrika ve Ortadoğu gibi bu gelişmenin dışında kalacak bölgeler için önümüzdeki dönem çok sıkıntılı bir dönem olacak. Burada, sadece ekonomideki cari açıklar, bir takım değişkenlerin üzerinden değerlendirilen yanlarının ötesinde daha temelde olan değişiklikten bahsediyoruz. Böyle bir yoğunlaşma Avrupa ve Kuzey Amerika’da gerçekleşecek ve bunun etrafında bir periferi yaratılacak. Bu periferiden yararlanılması ancak oradan dağıtılacak ulufelerle olacak. Bu, politika yapıcılar için önlemler almayı gerektiren önemli bir süreç. Türkiye açısından bakarsak, bizim AB sürecinden vazgeçmemiz veya ona tam üye olmamamız halinde bu yaratılmış olan blokun çok dışında kalacağız ve öbür periferiye katılacağız. TÜRKİYE İKİLİ ANLAŞMALAR YOLUNU SEÇTİ - Türkiye’de ekonomi kurmayları sanki bu durumun farkına vardı. Dışarıda kalmamak için hızla uluslararası temaslara başladılar. Avrupa Birliği’nden istediğini tam alamayınca Amerika tarafı ile ilişkiye girerek onun desteğini çekmek gibi bir yöntem izlediler. - Evet, böyle bir çabanın sarf edilmeye başlandığını da görüyoruz. Son zamanlarda Türkiye şöyle bir strateji izledi. Avrupa Birliği süreci biraz tavsamaya başlayınca orada biraz frene basılıp ikili anlaşmalara önem verilmeye girişildi. Türkiye daha çok ikili anlaşmalar yapma yolunu seçti. Dünyanın şu halinde bence yapılacak en akıllıca şeylerden birisi. Fakat bu son dönemde ABD ile Avrupa Birliği bir ticaret bloku oluşturursa bu Türkiye için uzun vadede olumsuz sonuçlar yaratabilir. Onun için Türkiye bu treni mutlaka yakalamalı. İKİLİ ANLAŞMA TÜRKİYE’Yİ KURTARMAZ Türkiye’yi ABD ile yapacağı ikili bir anlaşma kurtaramaz. Çünkü, ABD ile AB’nin yapacağı anlaşmanın getireceği üretim bazının, yaratıcılıkların Türkiye’ye bir şekilde fayda sağlaması gerekiyor. Tek tek ülkeler, kendi ikili ilişkileri ile yeterince ölçek ekonomisi yaratamayacaklarının farkındalar. Bir tek Türkiye’de değil mesela Ukrayna da bunun farkında. Bu nedenle orada sorunlar yaşanıyor. Oranın bizden farklı olması, Rusya faktörünün olması. Ukrayna’daki doğalgaz ve enerji pastasından Rusya’nın kolay kolay vazgeçmeye niyeti yok. Bizdeki gelişmeler bu anlamda çok daha farklı. Ukrayna’da Avrupa Birlikçiler ile Rusya taraftarları çatıştı. Ukrayna’da dipten gelen dalganın talepleri, daha büyük oluşumlara nasıl eklemleneceği talepleridir. Onlar da bu sürecin dışında kalırlarsa kaybedeceklerini biliyorlar. Türkiye’ye birçok yönden benzeyen bir ülke. Böyle bir dünyayı yaşıyoruz. Uçurumun kenarından dönmek sadece Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki harcamalarda çözülemeyecek. En önemli buluş AB ile ABD arasında bir ticaret blokunun oluşturulması. Belki üçüncü veya dördüncüleri de vardır mesela enerji kaynaklarıyla ilgili. O uçurumun kenarından düşmemek için gerek Amerikalı yöneticiler gerekse Avrupa Birliği yöneticileri sağlam, geçerli politikalar üretmeye çalışıyorlar. Biz de bunlara karşılık veriyoruz. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİ UYARDI - Amerikan Merkez Bankası Başkanı Janet Yellen, “Bazı ülkeler son zamanlarda kötü politikalar uyguladılar. Bunların başında Türkiye geliyor. Yanlış politikaların cezasını çekecekler” diye ilginç bir açıklama yaptı. Orada kastettiği neydi? - Janet Yellen sanıyorum sadece Türkiye’yi kastetmedi. Yükselen piyasalardan, gelişmekte olan ülkelerden söz etti. Orada, Türkiye’de ekonomi idaresinin başında bulunanlar yanlış yaptılar derken, standart konuların dışında eleştirilerden söz etti. Örneğin kamu kesimi mali borçluluğu konusunda herhangi bir eleştiri yapmadı. Türkiye öyle mali politikalar uyguluyor ki bu nedenle sınıfı geçiyor. Orada kastettiği başka bir şeydi. Döviz kurunun, Türk Lirasının sürekli aşırı değerli olarak devam etmesiydi. Döviz kurunun güçlü olmasını eleştirdi.
- Evet, ekonomik eleştiriler yapmadı. Örneğin, bizim piyasaya çıkardığımız büyük miktarda paranın bir kısmı size geliyor ve siz de bunu cari açığınızı gidermek için kullanıyorsunuz, yanlış yapıyorsunuz, demedi. - Hayır. ‘Biz ABD olarak kendi çıkarlarımızı koruruz. Şu anda Amerika’nın çıkarlarının korunması, para emisyon artışını durdurmaktan geçer. Bu bizim idaremiz. Siz de buna göre kendinizi ayarlayın. Bundan çok etkileniyorsanız sorun sizde,’ diyor. Yani, siz paranızı iyi idare edin, biz paramızı iyi idare edelim, anlamında konuşuyor. Başkasını bu şekilde suçlamak pek yakışık almıyor aslında. TÜRKİYE’NİN ADINI ANMASI NORMAL DEĞİL - Genelde Merkez Bankası başkanları biraz daha sorumlu konuşurlar. Greenspan ve Bernanke örnekleri var önümüzde. Çok kararlı bir biçimde açıklama yaparlar, suçlamada bulunmazlar ve tartışmaya girmezler. Janet Yellen’in daha işe yeni başlarken böyle açıklaması ve ülke adı da vermesi uygun mudur? - Hayır tabii, bu açıklama çok garip oldu. Türkiye, ekonomik gücüne dayanarak eski statükocu durumdan çıktı. Daha farklı akıl ve rasyonalite geliştiriyor. Küresel sorunlara küresel aktör gibi yaklaşmak istiyor. Bu olay sadece bu hükümete mi mahsustur bilemiyorum. Aynı durumda başka bir siyasi parti iktidarda olsaydı muhtemelen o da aynı biçimde davranacaktı. Çünkü bu sadece Türkiye’nin idaresinde bulunan insanların düşünce yapısından kaynaklanan bir şey değil. Türkiye’deki şirketler kesiminin büyümesiyle ve dünyada yaptıkları, giriştikleri rekabetle ilgili bir şey. BAŞKALARININ AYAĞINA, NASIRINA BASIYORSUNUZ Bizim yaptığımız bir araştırma, yurt dışındaki yatırımlarla ilgili. Kur oynamalarına rağmen giderek büyüyen bir eğilim gösteriyor yurtdışı yatırımları. Türkiye dünyaya sermaye ihraç eden bir ülke haline gelmiş durumda. Böyle bir ülkenin dünyada olup bitenlerle ilgilenmemesi diye bir şey olamaz. Siz dünya çapında bir oyuncu olarak dünyanın çeşitli bölgelerine girmeye kalktığınızda, orada var olan başka güçlerle de rekabet etmeye başlıyorsunuz. Bu da başkalarının hoşuna gitmeyebilir. Başkalarının belki de ayağına, nasırına basıyorsunuz. Türkiye’nin dünyada söz sahibi olma çabası, özellikle içinde bulunduğumuz bölgede, yani Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya bölgesinde herkesin dikkatini çekiyor. Amerikan Merkez Bankası Başkanı’nın dikkatini çekmemesi mümkün değil. Yellen’in sözleri iki şeyi gösterebilir. Acaba ABD’de daha milliyetçi bir politika değişikliği mi oluyor. Ben ABD’den böyle bir tavır beklemiyorum. İkinci gösterge de Yellen hanımefendinin aldığı eğitimin derinliğini gösterir. Eğer ikincisi ise çok da başarılı bir eğitim olmadığı görülüyor. Ama ben FED’in başına geçen bir kişinin bu konularda biraz daha derin düşünme yeteneğine sahip olduğuna inanıyorum. KUR ARTIŞLARININ CARİ AÇIĞA FAYDASI OLMAZ - Türkiye’ye geçelim. FED açıklamalarıyla dünya ile birlikte Türkiye de karıştı. Kurlar uçtu, piyasalar karamsarlığa kapıldı. Merkez Bankası biraz müdahale edip durumun ciddiyetini kavrayınca faizlerde önemli bir artış yaptı. Başbakan bu faizlere karşı çıktı, ama, “şimdilik sabretmek durumundayız” dedi. İthalat ve ihracatta beklenen olmadı ve enflasyon da yükselmeye başladı. Yakın zamandaki açıklamaya göre cari açık da yükseldi. Türkiye’deki ekonomik manzara nasıl görünüyor. - Bu sorduğunuz ‘6 milyon dolarlık soru’. İkiye ayırarak bakalım. Konjonktürel sorunlar yapısal sorunları birbirinden ayırmamız lazım. Fiyat oynamaları ve cari açığın düzelmesi konjonktürel olan şeyler. Türkiye, son zamanlarda söylediğiniz gibi ciddi bir devalüasyon yaşadı. Amerikan doları 2.40’a kadar çıktı ve daha sonra yeniden geriledi. Yıl sonundan bu yana yüzde 10-15 dolayında bir devalüasyon yapıldı. Böyle bir devalüasyon cari açığın kapatılmasına yardımcı olabilir mi? Anlaşılan cari açığın kapatılmasına kısa sürede yardımcı olmayacak. Ama Türkiye’nin konjonktürel sorunu bu cari açığın finansmanıydı. Bir başka açıdan söyleyecek olursak cari açığın var olması aslında sorun olmayabilir. Cari açığın sorun olması onun finansmanı ile ortaya çıkar. Siz cari açığın finansmanında zorlanıyorsanız o zaman cari açık sorundur. Yapılan devalüasyonlar Türkiye’nin cari açığına katkıda bulunur mu? İhracat açısından çok fazla olmaz. Fiyat yükseldiği için ithalatın azalacağı ve cari açığın da azalacağı beklentisi belki daha gerçekçi olur. Fakat devalüasyon yaparak cari açığın finansmanı sorununun çözümü, bunun çok zor olacağını gösteriyor. YÜKSEK TEKNOLOJİLİ ÜRETİME NASIL GEÇECEĞİZ? Öte yandan yapısal sorunlara baktığımızda ilk başta üretimin ithalata dayalı olması sorunu var. Sizin Türkiye’de yurt içi üretim yapabilmek için emek yoğun tekniklerden daha sermaye yoğun tekniklere geçebilmeniz, bu ithalata dayalı üretim yapısı ile zor görünüyor. Türkiye’nin aslında üzerinde durması, düşünmesi gereken yan burası. Üretimin yapısının sorunları. Emeğe dayalı üretimlerden yüksek teknolojili üretimlere geçeceksiniz. Ama yüksek teknolojili üretime bir anda sıçrayamıyorsunuz. Biliyorsunuz, bir maymun, ormanda ilerideki dala ulaşabilmek için daha öndeki birkaç daldan dala geçerek oraya ulaşabilir. Bizim de emek ve teknoloji oranlarını yavaş yavaş değiştirmemiz gerekir. Türkiye böyle bir üretim yapısı değişikliğini gerçekleştirebilmek için bir sanayileşme, teknojileşme, bilim planına sahip olmalı. Yüksek teknolojili üretime böyle planlı, programlı bir geçiş için yapılacak çalışma, siz serbest piyasa ekonomisini kabul ettiyseniz gerçekleşmesi, bir hayli güç. Ya piyasaya dayalı ekonominin gereklerinden vazgeçip yapısal değişiklikleri gerçekleştirme programına başlayacaksınız. Ya da ikisinin karışımından geçen böyle bir uygulamayı yürüteceksiniz. Her halukarda bunun için irade ve ciddi bir çalışma gerekiyor. Yapısal sorunları çözecek, yüksek teknolojili üretime geçecek politikaların neler olacağı konusunda çok ciddi çalışma içine girmemiz gerekiyor. SERMAYENİN İNŞAAT SEKTÖRÜNDE YOĞUNLAŞMASI TEHLİKE Ayrıca bunlar çok da acil. Biraz önce bahsettiğimiz NAFTA, ABD ve AB arasındaki ticaret anlaşması konusunda bizim bir saniye bile vakit kaybetmememiz gerekiyor. Yapılacakların başında gelen şudur. Sermaye nasıl yoğunlaşacak. Sermaye bizde ticarete tabi olmayan, inşaat sektörü gibi sektörlerde yoğunlaşmış durumda. Bu bir tehlikedir. Ticarete konu olmayan bir sektörde sermayenin yoğunlaşması iktisat teorisindeki Hollanda Sendromu’na neden olabilir. Yani herkes inşaat sektörüne yönelebilir ve diğer sektörler çökebilir. Burada yeşil, çevreye duyarlı olan binaların inşaatı gibi yeniliklerin yapılması gerekiyor. İkincisi de bizim eğitim sorununu hala çözememiş olmamız. Üniversitelerde ve diğer okullardaki ezbere dayalı eğitimi kaldırıp yerine üretici eğitimi koymak için çok ciddi çalışmalar yapmalıyız.
Yükleniyor...
İLGİLİ HABERLER
YAZARLAR
Tümü
ÖZEL HABER
HAVA DURUMU
SÜPER LİG
|
|