SON DAKİKA
9 Ocak Çarşamba günü yapılacaktı
Hedef 1.000 sanayici
Mike Davey'den KOBİ'lere çağrı
Cansen Başaran Symes
TÜRKİYE'NİN BÜYÜME SÜRECİ 2040'A KADAR SÜRERDoç. Dr. Karabulut, “Bir ülkenin kalkınma aşamalarına baktığımız zaman, Türkiye’nin ‘Kalkış Dönemi’nde olduğunu görüyoruz. Bu döneme giren ekonomiler yaklaşık 20-30 yıl muhteşem bir dönem yaşıyorlar. Türkiye çok ciddi bir engelle karşılaşmazsa büyüme 2040’lara kadar devam edecek. Yatırım yapmak için uygun yıllar olacak” dedi.GİRAY DUDA
Doç. Dr. Gökhan Karabulut, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nin genç ve kariyeri parlak öğretim üyelerinden birisi. Fakültedeki derslerinin ve diğer çalışmalarının yanı sıra, üniversite bünyesinde kurulan Çocuk Üniversitesi’nin de yöneticisi. Orta öğrenimdeki gençleri üniversiteye hazırlayarak ciddi bir gereksinmeyi yerine getiriyor. Karabulut, ABD ve AB
ekonomisinin borçluluk oranlarına dikkat çekerek batının ekonomik krizden sonra çok fazla şeyin değişmediğini söylüyor. Avrupa’nın dinamizmini kaybettiğini vurgulayan Karabulut, İspanya ve İtalya’nın kötü durumlarının AB’yi çok zorlayacağını belirtiyor. İşadamlarına temkinli olmaları öğütleyen Gökhan Karabulut, önümüzdeki dönemde doların 2 TL’yi aşabileceğini söylüyor.
► KÜRESEL KRİZ SORUMLULARI İŞ BAŞINDA
Doç. Dr. Gökhan Karabulut’a ‘Global Sanayici’
adına sorduğumuz sorular ve aldığımız yanıtlar şöyle:
- Sayın Karabulut isterseniz ‘uluslararası ekonomi kahini’ Nouriel Roubini’nin kısa süre önce dünya ekonomisi hakkında yaptığı açıklama ile söyleşimize başlayalım. Roubini, 2008 krizinin daha da büyüğünün geldiğini söyledi. Dünya ekonomisi, bu sözlere dayanak olacak kadar vahim durumda mı?
- 2008 krizinden sonra gerek ABD’nin gerekse AB’nin borçluluk düzeylerinde bir değişme var mı diye baktığımız zaman bunun olmadığını görüyoruz. 2008 krizindeki en son kurtarmalarla birlikte ABD’nin borçluluk düzeyi daha zor sürdürülebilir hale geldi. Mesele halloldu mu? 2008 krizinin sorumluları bir şekilde sistemin dışına itilip ekonomi yazıları yazıyor. onun yerine farklı insanların geldiği ve borçluluğun azaldığı bir noktaya gelindi mi diye baktığımız zaman 2008 krizinden bu yana herhangi bir değişiklik olmadığını görüyoruz. 2008 krizinin mimarları olan kişiler şu anda hala büyük bankaların, şirketlerin, fonların yönetimindeler. IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşlarda önemli rol alıyorlar. Dolayısıyla sistemde ‘değişti, düzelmeye doğru gitti’ denebilecek herhangi bir şey yok. ABD’nin borçluluk düzeyine baktığımız zaman, Amerika şu anda eskiye oranla çok daha ciddi tasarruf yapmaya başlasa bile, diyelim ki bütçe giderlerini yüzde 30 kesse bile borçluluğunu indiremiyor. Borçluluğunu indirebilmesi, artı para ile borcunu ödeyebilmesi için bütçesini neredeyse yarı yarıya düşürmesi gerekir. Bütçe giderlerini yarı yarıya düşürmek bir ülke için yapılabilir bir şey değil.
► ABD’NİN KRİZ GİRDABINDAN ÇIKMASI ZOR
Amerika’da “Peki bu borç nereden ödenecek?” dediğiniz zaman ikinci seçenek vergileri artırmak ki bu çok hassas bir konu. Seçimlerde Mitt Romney ile Barack Obama arasındaki en önemli tartışma kimin vergilerinin artırılacağı konusu. Obama en üstteki yüzde 2’lik grubu hedef gösteriyor. Mitt Romney de bunu kabul etmiyor. Kendisi de bir şirketin üst yöneticisi. Sonuçta Amerika’nın borçluluğunu indirmesi gayet zor gözüküyor. Eğer bütün dengeleri değiştirecek farklı şeyler olmazsa şu anda pek mümkün gibi görünmüyor. Üçüncü bir seçenek ise bu borçları para arzını artırarak karşılaması. Bu da doların gücünü azaltacak bir unsur. Tabii ki enflasyon vergisi olarak dolar tutan, biz de dahil olmak üzere herkesin bu borca ortak olmasını öngören bir durum. Her seçenek de aslında bir çıkmaz yol. Dolayısıyla ABD’nin şu anda içine girdiği borçluluk batağından kolaylıkla bir iki yılda çıkması mümkün değil.
► BORÇLULUK 40 YIL SÜRDÜ
- ABD’nin borçları çok uzun zamandan beri dikkat çekiyor ve tartışılıyor.
- Aslında 1970’den beri, Vietnam Savaşı’ndan bu yana hem bütçe açığı hem ticaret açığı veren bir ülke. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1950 -1970 arasında bütün dengeleri iyi ve dünyanın en büyük ekonomisi haline geliyor. 1970’den sonra dış ticaret ve bütçe açıklarıyla yaşamaya başlıyor. Yani
ekonomiyi borçla götürmeye başlıyor. Bu borçluluk, faiz oranlarının düşük olduğu güvenilir bir ekonomiden bahsettiğimiz için 40 yıl kadar sürebiliyor. Ama tabii ki herkes bunun sonsuza kadar sürmeyeceğini söylüyordu. Dış ticaret açığının finansmanını geçmişte Japonya’dan yapıyordu, şu
anda Çin’den yapıyor. Her zaman bunu finanse edecek bir ülke bulmayı başardı. Ama bu finansman işi de 20 yıl kadar sürüyor. O ülke o piyasalara girinceye, kendi ürününü oturtana kadar bu finansmanı yapıyor. Bu finansmanın Çin için de olmayacağı artık çok rahat görülüyor.
► ÇİN’İN EKONOMİK VE ASKERİ YÜKSELİŞİ RAHATSIZ EDİYOR
Bir taraftan da Japonya’dan farklı olarak askeri bir rakip.Siyaset bilimciler bugüne kadar hep olur mu, olmaz mı diye tartıştılar. ABD bütün deniz gücünü önümüzdeki 20 yılda Pasifik’e çekmeye karar verdiğine göre burada Çin ve askeri açıdan herhalde bir risk görüyor. Dolayısıyla ABD’nin krizi aslında bitmedi, devam ediyor. Büyüme rakamları çok düşük, borçluluğu çok yüksek ve bu borçluluk bir yerde tabii ki tıkanacaktır. ABD, biraz önce konuştuğumuz üç acı reçeteden birisini uygulamak zorunda kalacak. O yüzden Roubini ve IMF Başkanı’nın önümüzdeki yıllar için kötümser öngörüleri gerçekten doğru. Dünya ekonomisinin önümüzdeki 10 yılı pek hoş olmayan, büyüme rakamlarının küçük olduğu ve her an borcu ödeyememe krizleriyle karşılaşacağımız bir dönem olacak.
► AVRUPA YORGUN
- Avrupa Birliği’ne geçelim isterseniz. İtalya’nın notu düşürüldü. İspanya büyük borç arayışında. Fransa ve Yunanistan’dakiseçimler sonrasında, Avrupa’nın daha önce belli bir rotaya girmiş gibi görünen çözüm çabalarının da nereye gideceği belirsiz durumda. Avrupa’yı nasıl görüyorsunuz? Amerika’dan daha mı iyi, yoksa daha mı kötü?
- Avrupa, borçluluk olarak, Yunanistan gibi birkaç ülkeyi dışarıda bırakırsak Amerika’dan aslında biraz daha iyi durumda. Ama rekabet gücü olarak ve ekonomisinin olgunluğa erdiği düzey olarak baktığınız zaman ABD hala dinamik ve rekabete kısmen açık bir ülke. Avrupa ise Asya rekabetine dayanamayan, ekonomisi olgunlaşmış, Roma’dan bugüne bütün büyük güçlerin geçtiği süreçten geçerek toplumu yaşlanmış ve kısmen de rekabete pek dayanamayan, yorgun, yeniliklere kapalı bir toplum haline gelmiş.
► AVRUPA’DA 200 YILLIK BAKIŞ EKSİKLİĞİ VAR
Yeniliklere kapalılık nedir diyebaktığımız zaman bu illa böyleteknoloji üretmek falan değil. BirFransızın, bir İspanyolun dünyayabakışına baktığınız zaman, mesela‘bir Çinli bir Türk nasıl bir şeydir’ dediğiniz zaman hala 18’inci yüzyılın oryantalist bakış açısını görüyoruz. Yani dünyanın dinamizmine,
değişimine yıl be yıl ayak uydurmak bir kenara 200 yıllık bir bakış eksikliği var. Avrupa’nın Türkiye’ye bakışı dinamizmin ne kadar eksik olduğunu gösteriyor. Bütün dünyadan sonra Avrupa da yavaş yavaş dünyanın değiştiğinin farkına varmaya başladı son 5 yılda. Bunu söyleyebiliriz.
► TÜRKİYE’NİN DİNAMİZMİ YÜKSEK
Borçluluk düzeyleri yüksek. Rekabet edemiyorlar. Özellikle güneydeki İtalya, İspanya ve Yunanistan’ın verimliliği son derecede düşük. Şu anda bile o bölgelere giden insanlar Türkiye’ye döndükleri zaman Türkiye’nin nasıl bir dinamizm ve patlama içinde olduğunu, aradaki farkı gözlemleyebiliyorlar. Türkiye, belki o ülkelerin milli gelirinin üçte birine sahip ama daha iyi bir geleceğe sahip olduğu açıkça görülüyor.
► AB’DE ÇÖZÜLME KORKUSU
Avrupa, şu anda tasarruf etmeye ve borçlarını ödemeye başlasa borçlarını 10 yılda makul düzeye indirebilir. Ama o da kendi arasındaki çatışmalar içinde ve tasarruf yapamıyor. Açık bir şey ki biz bunu geçtiğimiz 30 yıl içindeki krizlerden çok iyi öğrendik. Eğer borcun varsa acı çekerek tasarruf ederek bu borcu ödersin. Fakat Merkel ısrarla, borcu sadece bu yöntemle ödeyebiliriz, bütçelerimizi tek bir elden kontrol edelim demesine rağmen, bu bir türlü gerçekleşmedi. Merkel’e destek veren Sarkozy gitti,
yerine Hollande geldi. Fransa,‘hedefimiz tasarruftan ziyade büyümedir’ diyor. Yunanistan tasarruf etmek istemediğini söylüyor. Büyüme demek daha fazla harcama demek. Borcu olan ülkenin daha fazla harcamaya girmesi sözkonusu değil. 1970’lerin politikaları öneriliyor. Bu durumda Merkel de
işin önünde sonunda Avrupa Birliği’nin çözülmesine gideceğinden kaygılı. Avrupa Birliği, euro sürecinden en karlı çıkan ülke Almanya. Şu anda Çin’den sonra dış ticaret fazlası ile ikinci sırada. Euronun kurundan da en çok Almanya yararlandı. Dolayısıyla onun vergi verenlerine bir yük geleceğinden endişe ediyor. Alman seçmeni de bunu kabul etmiyor doğal olarak. Yani burada da bir çıkmaz var. Tabii Avrupa Birliği projesi çok büyük bir proje. Minimum 50 yıllık geçmişi var ve 1910’lardan beri planlanıyor. Bir anda çökeceğine ve çöpe atılacağına inanmıyorum. Önümüzdeki 10 yıl ciddi sıkıntılarla devam edecek ve bu yönetim mantığı ile devam ederse o sıkıntılar çözülmeyecek.
► EURO KURU KİME GÖRE AYARLANACAK?
- 25 tane koskoca ülkenin birleşmesi, sınırlarını kaldırması, milli paralarından vazgeçmesi gibi inanılmaz bir olay gerçekleşti. Ama bir takım eksiklikler olduğu da belli oluyor değil mi?
- Evet, ciddi sıkıntılar da var şu anda bir yerlerde. Bu kadar çok ekonomiyi birleştirmek gerçekten öyle çok kolay bir şey değil. Bir ucu daha tembel, daha az çalışkan ve siestalar yapıyor. Diğer ucu Almanya gibi sanayisi son derecede kuvvetli bir ülke ve tek bir kur. O kur Almanya’nın rekabet gücüne göre mi ayarlanacak Yunanistan’ın mı? Almanya’ya göre ayarlandı ve Yunanistan bu hale geldi.
- Yunanistan’da siesta hala devam ediyor değil mi?
- Evet. Siesta binlerce yıllık bir gelenek ve bu kadar büyük sıkıntıya rağmen ondan vazgeçmeyecek gibi görünüyorlar.
- Ekonomik açıdan anlaşılır bir şey değil...
- Miadını doldurmuş alışkanlıklar bunlar. Hele ki Asya rekabeti ve yükselen petrol fiyatları ile yeni dünya düzeninde bu ülkelerin ayakta kalması mümkün değil.
► YUNANİSTAN KÜÇÜK BİR EKONOMİ
- Yunanistan’ın Avrupa Birliği’nden çıkarılması sözkonusu olabilir mi?
- Yunanistan için çok geçerli değil. Çünkü oradaki rakam Avrupa Birliği için çok önemli bir rakam değil. 400 milyar dolar bütün dünya ülkeleri için önemli ama AB projesinin çöpe gitmesi ile kıyaslanınca küçük kalıyor. Zaten Yunanistanlı politikacılar da bunu gördüler ve resti çektiler. “Biz tasarruf etmeyeceğiz, siz bunu bize ucuz kredi olarak vereceksiniz”, dediler. Herhalde bir orta yol bulunacak. Avrupa Birliği de sert tasarruf önlemlerinden geri adım atma sinyali verdi. Mesele, İtalya ve İspanya gibi kurtarılması imkansız derecede büyük olan ülkeler. Oraya sıçrarsa o zaman Avrupa Birliği zora girebilir. Dediğim gibi daha o aşamada değil. Hala tartışma var. Yapılabilir mi, yapılamaz mı, kurtarılabilir mi gibi seçenekler masada. İtalya’daki kriz Yunanistan’dakinin boyutlarına ulaşsa bahsedeceğimiz rakam 2 trilyon dolar olacak. Bu, ne IMF’nin ne de Avrupa Birliği Merkez Bankası’nın altından kalkabileceği bir rakam.
► İHRACATTA AB’DE DOĞAN BOŞLUK DOLDURULDU
- Avrupa’nın bu vahim durumu ortaya çıkınca Türkiye’nin de bundan bir hayli zarar göreceği endişesi vardı. Çünkü Türkiye ihracatını büyük oranda AB ülkelerine yapıyordu. Ama son 5-6 aylık gelişmeler bu kadar büyük sorun olmayacağını ortaya koydu galiba. Siz ne diyorsunuz?
- Olumsuz etkisinin olmaması imkansız. Sonuçta en büyük ticaret ortağımız. Ama riskler ortaya çıkınca, riskleri dağıtacak, Avrupa ve Ortadoğu’ya ticareti geliştirmeye ilişkin bazı adımlar atıldı. Bu adımlar da Türkiye’yi cari açık meselesinde kurtarıyor gibi görünüyor. Ama AB beklenen durma noktasına gelir, krize girerse Türkiye bundan tabii ki son derece ciddi etkilenecektir. Bütün ticaretini bir anda tabii ki diğer bölgelere kaydıramaz. Çünkü AB ile o bölgelerin ticaret hacmi aynı değil. Ama şu anda o açığı dondurabilecek kadar bir kaydırma yaptı. Dolayısıyla kurun da düzelmesiyle, ihracatçının
daha fazla rekabet gücü kazanmasıyla iyiye gittiğini görebiliyoruz.
► TÜKETİMİ ARTAN ENERJİ UÇUŞA GEÇTİ
Çok önemli bir şey var. Petrolün ucuz olduğu dünyadan petrolün pahalı olduğu bir dünyaya geçiş yaptık. Bunun nedeninin 1. Körfez Savaşı mı, 2. Körfez Savaşı mı yoksa geçici bir arz kıtlığı mı olduğu çok tartışıldı. Görüldü ki talebin artışı ile ilgisi var. Artık Çin, Vietnam, Hindistan gibi ülkelerin büyük petrol talepleri ile fiyatlar uçuşa geçti. Petrolün varili 2000 yılında 14 dolardı, bugün ise ortalama 100 dolar civarında dengeye gelmiş gibi görünüyor. Eskiden bu durgunluklardan AB, Amerika daha kolay çıkabilirdi. Çünkü ucuz enerjiye dayalı üretim patlaması gerçekleştirebilirlerdi. Bugün bu mümkün olmuyor.
► TÜRKİYE KENDİNE NEREDE YER BULACAK?
Diğer taraftan 1970’lerden itibaren gelen, Japonya ile başlayan, 1980’lerde Asya kaplanlarıyla ve Asya krizinden sonra da Çin’le devam eden bir üretim var. Artık dünya kapitalistleşiyor. Eskiden olduğu gibi
‘üret, sat, yeniden hammaddeyi al’ artık batının uygulayabileceği bir şey değil. Çünkü herkes üretim yapıyor ve nereye satacağım diye bakıyor. Bir taraftan da o üretimin yapıldığı kaynaklar da pahalılaştı, başta petrol olmak üzere. Artık rekabetin çok yüksek olduğu bir dünyada yaşayacağız. Çok daha dikkatli iktisadi adımların atılması gerekiyor. Eskiden olduğu gibi hataların kolay kompanse edilip başa dönülmesi imkanları ortadan kalkıyor. Bu yüksek rekabetçi dünyada da Türkiye kendine bir yer bulacak. Ama bu yer tahmin edildiği gibi 2040’lara gelindiği zaman 40-45 bin dolarlık gelir düzeyinde mi olacak bu da ayrı bir tartışma konusu.
► CARİ AÇIK VE ENFLASYON DÜŞECEK, BÜYÜME SÜRECEK: ÜÇÜ BİRARADA OLMAZ
- Maliye Bakanı bütçedeki ciddi bir açıktan söz etti. Endişeli gözüktü. Hatta yeni önlemlerden bahsetti ki bunlar herhalde vergi anlamına geliyor. Büyüme eskisi gibi olmadığı için cari açıkta bir düzelme var.
Doğrudan yabancı sermaye girişi sevindirici. Ancak özelleştirmeden artık para gelmiyor. Bütün bunlara bakarsak bugünden yıl sonuna doğru beklentiler ne olur?
- Büyüme yüzde 8’lerden 4’e düşünce vergi gelirleri otomatik olarak düştü. Cari açık sorunu hafif hafif dengeye otururken başka sorunlar ortaya çıkıyor. Ekonomide bu işleri yönetmek gerçekten zordur. Enflasyon ve bütçe açığı sorunları yeniden gündemde. Enflasyonun çift haneli rakamlarda kalıcı olması ihtimali sözkonusu. Merkez Bankası burada bir tek faiz silahını kullanabiliyor. Bir de bütçe açığı meselesi var. Bütçe açığı da tabii ki artık para basarak karşılanmadığı için borçlanmaya yönelmesi gerekiyor. Borçlandığı zaman da faiz oranları yükseliyor. Ekonomi bundan olumsuz etkilenip duracak ve yeniden vergiler gelecek. Böyle bir sarmal var. Bu noktada Türkiye ekonomisinin aslında bu yıl yeni gelen rakamlarda bir miktar toparlandığını görsek bile eğer enflasyonu tek hanelere düşürmeye devam edecekse bu yılı yüzde 2.5-3’ler gibi bir rakamla kapaması makul görünüyor. Ama yüzde 4.5’lar gibi bir büyüme oranından bahsediliyor. Zaten orta vadeli planın problemi buydu. Orta vadeli planda bir taraftan enflasyon hedefi ve cari açık hedefi vardı. Cari açık kapanacak, enflasyon düşecek ve büyüme de bütün bunlar olurken yüzde 4-5’ler düzeyinde olacaktı. İktisatçılar çok iyi bilir ki bunlar bir arada olmaz. Cari açık ciddi risk yaratıyordu ve biz burada enflasyon veya büyümeden birisinden fedakarlık edileceğini gördük. Büyümeden ziyade enflasyonla ilgili problemlerin kalıcı hale gelmesi sözkonusu.
► BÜYÜME DÜŞECEK
Merkez Bankası Türkiye’ye özgü, iyi ve orijinal bir yönetim biçimini benimsiyor. Bugüne kadar kullanılmamış teknikleri de çekinmeden kullanıyor. Başarılı da oldu. Dolayısıyla enflasyonla mücadelede daha sert önlemler alarak başarılı olmaya devam edeceğini düşünüyorum. Büyüme meselesine gelince, o yüzde 8’lik güzel büyüme dönemlerinden sonra 2012’de olduğu gibi 2013’te
de büyüme düşük olmaya devam edecek gibi görünüyor. Dünya ekonomisindeki gelişmelerden dolayı Çin’in de büyümesi azaldı. Ama Çin’in büyümesi yüzde 7.5’lara düşerken bizimkinin yüzde 3-4’lerde duracağı anlaşılıyor. Gelecek yıl bu seviyede kalmaz. Kalmamışsa enflasyon problemi devam ediyor demektir. O zaman da enflasyon yüzde 10-12’ler düzeyinde kemikleşecek ve onu aşağıya indirmek için daha büyük fedakarlık yapmak gerekecek. Büyümeyi hızlandırırsak enflasyon sorununu aşağıya çekmemiz mümkün değil.
► ÖNCELİĞİMİZ BÜYÜME OLMALI
- Türkiye işsizlik sorununu da aşması için daha fazla büyümeye mecbur değil mi?
- Büyüme Türkiye’nin önceliği olmalı. Çünkü belli bir trend yakaladı. İnsanlarımız, ‘dünyaya bu şekilde mal satılabilir’, ‘böyle kazanç sağlan bilir’i anlamış durumdalar. Burada ekonomik politikaların duvarı
ile karşılaşmamalılar. Enflasyon burada bence ikinci öncelikli sorun olmalı ve asıl öncelik büyümeye verilmeli. Bu hızı yakalamışken Türkiye ekonomisi yoluna devam etmeli. Yüzde 10-12 dolaylarındaki enflasyon bir süre daha katlanılabilir bir oran olarak görülebilir.
► BÜYÜME SÜRECİ 2040’A KADAR SÜRER
- Sanayiciler, önümüzdeki döneme kendilerini nasıl hazırlamalı?
- Bir ülkenin kalkınma aşamalarına baktığımız zaman, Türkiye’nin ‘Kalkış Dönemi’nde olduğunu görüyoruz. Biliyoruz ki bu döneme giren ekonomiler yaklaşık 20-30 yıl muhteşem bir dönem yaşıyorlar.
İnsanların beynine ‘biz aslında her şeyi yapabiliriz’i yerleştirirsek ve politik engeller de kalmazsa bu 20-30 yıllık bir büyüme ve refah dönemine denk gelir. Dolayısıyla Türkiye şu anda yatırım yapılmak için gerçekten tarihindeki en ideal dönemlerini yaşıyor. Türkiye çok ciddi bir engelle karşılaşmazsa büyüme 2040’lara kadar devam edecek. Yatırım yapmak için uygun yıllar olacak. Bir şeye dikkat çekeyim, bu yatırımları yaparken ponzi finansman durumuna düşen, ‘nasıl olsa satıyoruz’ diyerek gereğinden hızlı bir büyüme sürecine giren firmalar da o yavaşlama dönemi gelince sistemin dışına itiliyorlar. Öyle
firmalar da görebiliyorum. Sattığı kadar satabiliyor. Dolayısıyla işletme sermayesini zorluyor, bankalardan kısa vadeli kredi alıyor çünkü sonuçta orada talep var. Bir süre sonra ortaya gerçek bilançolar konduğu zaman o firmanın aslında bankalar için çalıştığı ortaya çıkıyor. Dolayısıyla
bu duruma da girmemek gerekiyor.
► İÇ TALEP ÇOK CANLI AMA TASARRUF YOK
- Şu anda iyi bir iç talep var değil mi?
- İç talep inanılmaz durumda şu anda. İnsanlarımız onyılların acısını tüketerek çıkarmak gibi bir eğilim içindeler. Tasarruf oranlarımız eskiden de düşüktü, şimdi çok daha aşağıya düştü. Bir Avrupalının
gelirinin üçte birini her zaman kenara attığını biliriz. Türkiye’de ise tasarruf tek haneli rakamlara düşmüş durumda. Gerçek bir tüketim çılgınlığı var. Makro ekonomi açısından bakıldığında bu kötü bir şey. Tasarruf oranlarınız yüksek olursa cari açığınız düşük olur. Ama bir taraftan da bazı büyüme modellerinde, bazı ülkelerin geçmek zorunda olduğu bir dönem. İç talebimizin de canlı olması, dünya ekonomisi her an sallantıda, problemler yaşayabilecek bir durumda iken iyi bir şey. En kötü ihtimalle Türk sanayicisinin dönebileceği bir pazar, talep var.
► BORÇLANMA DOLARLA, GELİRLER EURO İLE OLSUN
- Faizlerin, doların, euronun önümüzdeki dönemde yönü ne olur?
- Faizler büyümenin azalması ve sonuçta bütçe üzerinde ortaya çıkacak yükün iç borçlanma ile karşılanması nedeniyle artacaktır. Merkez Bankası da enflasyonla mücadelede faizleri artırma
yönüne gidecektir. Enflasyon ve bütçe açığı meselesine bakarsak faizlerin yönü bir miktar yukarıya çıkabilir yakın dönemde.
► KUR, REKABET GÜCÜ VERİYOR
Cari açık baskısı azalıyor. Euro ve dolara baktığımızda, euronun her koşulda dolara göre daha riskli olduğunu ve paritenin doların lehine değişmeye devam edeceğini görebiliyoruz. Bu yüzden borçlanmaların dolarla, gelirlerin euro ile olması daha uygun olur. Geçtiğimiz düzeltmeden sonra çok
ciddi bir döviz patlaması da olmaz. Yüzde 10’un üstündeki enflasyonu da dikkate alırsak doların 2 TL psikolojik sınırını geçmesi ihtimali var. Ama bütün hesapları alt üst edecek, eskisi gibi büyük dalgalanmalar, döviz krizleri ihtimali yok. Dengeli, enflasyon oranında artışla devam edecektir. Şu
andaki kur aşağı yukarı bizim ihtiyacımız olan rekabet gücünü bize veriyor.
Yükleniyor...
İLGİLİ HABERLER
YAZARLAR
Tümü
ÖZEL HABER
HAVA DURUMU
|
|