SON DAKİKA
Yeniden yapılanan dünya ekonomisi Türklere büyük fırsatlar sunuyorTürkiye İş Bankası Genel Müdür Yardımcısı: Bali, “Küresel kriz, Türkiye’de beklendiği gibi sıkıntı yerine yeni fırsatlar oluşturdu. Krizden 'az etkilendik' söylemiyle yetinmemeliyiz, bizim bunun ötesinde gücümüz var. Yeniden yapılanan dünya ekonomisinin sunduğu fırsatları özellikle iş alemi iyi değerlendirmelidir” dedi.
ARİF ESEN
Türkiye İş Bankası Genel Müdür Yardımcısı Adnan Bali, finans sektörünün küresel krizden yara almadan çıkış nedenlerini, reel sektöre kredi akışını değerlendirdi. İş Kuleleri’ndeki ofisinde ‘Sanayici’nin sorularını yanıtlayan Bali, “Küresel kriz fırtınasından 2001 krizi sonrası alınan kararlar ve uygulanan mali disiplin sayesinde en az etkilenen ülke olduk. En az etkilenen ülke ifadesiyle yetinmemeliyiz. Krizle yeniden yapılanan dünya ekonomisi Türkiye iş alemine ve finans sektörüne yeni fırsatlar yarattı. Bundan yararlanmalıyız” dedi. BANKACILIK SEKTÖRÜ RİSKLERİ ABSORBE ETTİ - Türkiye’de finans sektörünün küresel krizden etkilenmemesini neye bağlıyorsunuz? - Türkiye ekonomisinde ve finans sektöründe bugün 2001’e göre çok büyük farklılıklar var. 2001’e baktığımızda o dönemde makro ekonomik verilerde ciddi kırılganlıklar görüyoruz. O kırılganlıkları yaratan finansal ve reel göstergelerde ciddi zaaflar vardı. Borçlanma istatistikleri bugünle kıyaslanamayacak derecede kötüydü. Faiz oranları da çok yüksekti. Bankacılık sektörüne baktığımızda bilançolarda yüksek risk yaratan pozisyonlar vardı. Açık pozisyon ve ciddi vade riski mevcuttu. Mevzuatta da eksiklikler vardı. Böyle bir tabloda sermaye yeterlilikleri son derece düşüktü. Kurumsal tarafta da düzenlemeler ve risk yönetim esasları anlamında 2001’le 2010 arasında çok ciddi farklılıklar var. Bunları bir araya getirdiğimiz zaman finans sektörünün neden sağlam durduğunu anlarız. 2001 krizi bize özel, Türkiye’nin içsel kriziydi. İçsel dinamiklerimizden oluşan bir krizdi. Krizi noktasal olarak herhangi bir olaya bağlayabilirsiniz. Fakat geriye dönüp baktığımızda bizim makro ekonomik temel göstergelerimizde ciddi zaaflar olduğunu görüyoruz. 23-24 milyar dolar civarında bir görev zararı vardı. Bu zarar açığa çıkıp şeffaflaştığı zaman borç istatistikleri çok daha olumsuz yerlere geldi, hızla kötüleşti. Bankacılık sektörünün formal informal yöntemlerle 30 milyar dolarları aşan bir açık pozisyonunun olduğu ifade ediliyordu. Bunun karşısında da Merkez Bankası’nın ancak 15-16 milyar dolarlık rezervi vardı. 10 milyar doların üzerinde de bir cari açık vardı. Bugün küresel krizden önceki cari açığın bu rakamdan daha fazla olduğu gözlense de rezerv ve diğer faktörler göz önüne alındığında kıyaslanamayacak derecede yönetilebilir bir dönemde olduğumuzu görmeliyiz. Bugün kamu görev zararı diye bir kavram yok. Bankacılık sisteminin ihmal edilebilir düzeyde bir açık pozisyonu var. Krizden önce rezerv 70 milyar doların üzerine çıktı. Görüldüğü üzere bu yapı çok daha sağlamdır. Bu sayededir ki; bankacılık sektörü ortaya çıkan riskleri absorbe edebiliyor. Bu sayede riskleri olabildiğince iş yaptığı taraflara yansıtmama imkanı elde edebiliyor. 2001’de bu zaafların sonunda oluşan zararların reel sektöre nasıl yansıtıldığını gördük, kredilerin geri çağrılması gibi. KREDİ GERİ ÇAĞIRMALARI KÜRESEL SORUNDAN DOĞDU - Küresel kriz sürecinde 2008–2009’da krediler geri çağrılmadı mı? - Burada ara bir dönem var. Özellikle yabancı ortaklı küçük ve orta ölçekli bankaların yabancı ortaklarının global krizden dolayı, dışarıda yaşadıkları küresel sorunlardan dolayı farklı bir uygulama sürecine girdiklerine dair piyasada duyumlar oldu.. Fakat kısa süre içinde ülkeler düzeyinde çok büyük önlemler alındı. Bunun sonucunda bu ara dönem geçildi. Bu da sanıyorum bu bankaları rahatlattı. Bunlar tam da şikayetçi tarzda ele alınacak konular değil esasen. Finansal sistem tabiatı gereği aracı rolündedir. Kendisine tevdi edilen kaynakları ihtiyaç sahiplerine bankacılık kuralları ve teknikleri çerçevesinde aktarıyor. Kaynakları tevdi edenlerin kendilerinin yönetemeyeceği kullandırım sürecini kaynaklara bir halel getirmeksizin yönetme fonksiyonunu üstleniyorlar. Çok doğaldır ki, karşılaştıkları fonlama tablosundaki veya iş yapma ortamındaki aksamalara karşı kendi aktiflerinde de benzeri tedbirleri almaları gerekiyor. Bu çok doğaldır. Önemli olan bu tür krizler sırasında bunlara karşı durabilecek sağlam bir sermaye yapısına sahip olunması ve yönetilebilecek risklerin alınmış olmasıdır. BOŞALTILAN ALANLARI DOLDURDUK - İş Bankası Genel Müdürü Ersin Özince, bir açıklamasında “Biz yeni kredi müşterisi aramadık. Verdiklerimizi yeniden yapılandırıp krizi önledik” demişti. - Biz krizin hızlı vurduğu alanlarda, hacimce daralmalara rağmen pazar payımızı artırdık. Ticari iş yeri kredisi ve ticari taşıt kredileri; bunlar krizden en fazla etkilenen kredilerdir. Özellikle de KOBİ’ler ve küçük işletmelerin büyük ölçüde kullandığı kredilerdir. Bu kredilerde hacimler hızla daralırken bankamızın pazar payı yüzde 4’e yakın seviyede arttı. Bunun da sebebi bizim boşaltılan alanları doldurmamızdan ve piyasadan çekilmeyip fonlamaya devam etmemizden kaynaklanıyor. Bu ekonominin geneli açısından da rehabilite edici bir uygulamadır. Esasen kuruluşumuzun yönetim anlayışı ve felsefesi böyledir. Biz bunu bir talimatla veya ticari saik hesabıyla yapmadık. Refleks olarak yaptık. BANKACILIK ASLİ FAALİYETİNE DÖNÜYOR - Sanayiye açılan kredilerin musluğu bir miktar daha açılır mı? Faizler önümüzdeki dönemde nasıl bir seyir izler? - Burada iki faktör var. Birincisi global risk algısı ve global ekonomik ortamdaki iyileşmenin nasıl seyredeceği. Bugün bu iyileşmenin iyi yönde ilerlediğini görebiliyoruz. Bu sermaye akımlarını da çok olumlu etkiliyor. Özellikle gelişmekte olan ülkelere eğilimin cazibesi artıyor. Türkiye’nin kendi iç göstergelerindeki mevcut tabloda özel bir bozulma olmadığı takdirde, bankacılık sektöründeki toplam kredilerin de görece bir artışa gireceğini söyleyebilirim. Özellikle de Merkez Bankası, politika faizi kararlarında enflasyondaki kontrol edilemeyen faktörlerin hariç tutulduğu çekirdek enflasyon göstergelerini dikkate almaktadır. Çekirdek enflasyon göstergeleri ise olumlu bir seyir izlemektedir. Ayrıca, ekonomik aktivitedeki toparlanmanın da yavaş bir şekilde gerçekleşmesi Merkez Bankası’nın faiz artırımlarında agresif davranmayacağı yönünde yorumlanmaktadır. Bu nedenle Merkez Bankası’nın faizlerini bir süre daha düşük seviyelerde tutacağını düşünürsek kredi akışının artacağını söyleyebilirim. Daha uzun vadeye bakıldığında ise, “mali kural” uygulaması ile kamu borç stokunun GSYH’ye oranının istikrarlı bir şekilde düşürülmesi ve siyasi istikrarın devam etmesi paralelinde piyasa faiz oranlarındaki seyir yeniden aşağı yönlü olabilecektir. Yükleniyor...
İLGİLİ HABERLER
YAZARLAR
Tümü
ÖZEL HABER
HAVA DURUMU
|