SON DAKİKA
Prof. Dr. Sedat Aybar
Tekirdağ Valisi Enver Salihoğlu
Sanayi Bölgelerii Genel Müdürü Yaşar…
ÇOSB Başkanı Eyüp Sözdinler
Yapılmayanı yapmak için öncü oldumDr. Özgön, “Genetik tanı testleri için yurtdışına gidilmesine gerek kalmadan, kendi üretimimizle tanı koyabilmemizi sağlayacak iki projemizi TÜBİTAK ve KOSGEB ile yürütüyoruz. Yalnız tanı koyan bir laboratuvar değil aynı zamanda iyileştirici bir laboratuvarız” dediGİRAY DUDA
Garanti Bankası, Türkiye Kadın Girişimciler Derneği (KAGİDER) ve Ekonomist dergisi tarafından her yıl düzenlenen ‘Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması’nda ‘Gelecek Vaat Eden Kadın Girişimci’ ödülünü Nesiller Genetik’in sahibi Gülay Özgön kazandı. Türkiye çapında 6 bini aşan başvurunun arasından üç kategoriden birisini kazanabilmek gerçekten büyük başarı.
Dr. Gülay Özgön ile buluşmamız öncesinde genetik konusunda yaptığım incelemede, bu alanın geleceğe dönük müthiş büyük bir potansiyel ortaya koyduğunu gördüm. Bizim, DNA’larımıza kadar incelenmemiz ile bugünümüzü
ve kısmen yarınımızı da ortaya döken bir bilim dalı. Genetikçiler tarafından şu anda bile yürütülen sağlık danışmanlıkları, belki herkesin hemen koşarak kendi durumunu öğrenmesini gerektirecek kadar önemli. Ancak geleneksel kadercilik ile bu modern bilim dalının olanaklarından, başımıza bir şey gelmeden yararlanmaya başlamak için alışkanlıklarımızı nasıl terk edeceğimiz de belli değil. ► TANIDA VE TEDAVİDE
YENİLİKLERİ GETİRİYORUZ
Dr. Gülay Özgön ile hem Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması’nı, hem de girişimciliği konuştuk. Elbette Dr. Özgön’den kalıtımsal önemli hastalıklar konusunda da bilgi aldık. Dr. Gülay Özgön’e ‘Global Sanayici’ adına sorduğumuz sorular ve aldığımız yanıtlar şöyle:
- Girişimcilikten başlayalım. Türkiye’de girişimci olmak zordur. Kolaylaştırdık deseler de örneğin yabancı yatırımcıların önünde
hala pek çok aşılması gereken bürokratik engel bulunuyor. Kadın girişimci olmak da çok daha zor herhalde değil mi? Girişim maceranızı kısaca özetler misiniz? - Türkiye’de kadın olmak her zaman biraz zordur. Tıp fakültesini bitirip uzmanlığı ve doktorayı bitirmenin ardından, kafanızda hep o kadar eğitimden sonra idealize ettiğiniz bir mesleğiniz oluyor. Farmakolojiden sonra genetikteki çalışmalarımla önümde çok farklı bir vizyon açıldı. O vizyonda gördüm ki, önceden kör nokta gibi görünen, tanısı tedavisi olmayacak şeyler kısa sürede geride kalıyor. Bugün yapılacak o kadar çok şey var ki. Niye bunları yapmaya öncü olmayayım, dedim. Önemli olan yeniliklerle birlikte öncü olmak. AR-GE ile bu işi destekleyip hem tanıda hem de tedavide dünyada var olabilen gelişmeleri Türkiye’ye getirebilmekti amacım.
Sizin de söylediğiniz gibi bu süreç gerçekten de çok zor. Burayı işletirken Sağlık Bakanlığı’ndan ruhsatlı olmamız gerekiyor.
► İZİN ALMAK İÇİN 10 AY BEKLEDİM
- Laboratuvar izni doğrudan Ankara’dan mı alınıyor?
- Evet, Ankara’dan almamız gerekiyor. Biraz ‘sakıncalı’ bir zamanda açmaya karar verdik burayı. O dönemde, 10 ay boyunca Sağlık Bakanlığı’ndan bir ekip gelmesini bekledik. O ekibin gelip burayı değerlendirip ‘burası hizmet vermeye uygundur’ demesi için.
- Sakıncalı dönemden kastınız nedir?
- Çünkü o dönemde yasalar değişiyordu. Tıpta, doktorların muayene açmasıyla ilgili tartışmalar sürüyordu. O tartışmaların yaşandığı bir dönemdi. Herkesin kafası karışıktı. Bakanlıktakilerin de biz doktorların da. Sonra bir şekilde kendimizi anlatabildik, burada şöyle bir şey yapmak istiyoruz, diye. Değerlendirmeye gelen öğretim üyeleri ‘nasıl cesaret ettin buna’ diye sordular. Onlar yaşça ve kıdemce benden çok büyük insanlardı. Bendeki de cahil cesareti ile, “neden böyle soruyorlar ki, kafamdaki, olması gereken bir şeyi yapıyorum” diyordum. Şimdiye kadar kimse yapmamışsa bu benim yapmama engel mi diye düşünüyordum.
Zamanla gördüm ki serbest piyasanın içinde olmak, sağlık piyasasının içinde olmak çok daha zor. Hele yeni bir şey yapmak istiyorsanız, yeni bir şeyi deneysel olarak yapmak zor. Artı, bununla birlikte yeni yaptığınız bir şeyi doktorlara kanıtlamak, onun uygulanabilirliğini sağlamak gibi şeylerin çok daha zor olduğunu gördüm. Herkesin belli alışkanlıkları var biliyorsunuz. Özellikle tıpçıların bazı sabit davranışları ve sabit inanışları var. O sabit davranışlardan vazgeçirmek çok zor oldu. Ama sonuçta 3 yıl önce savunduğum yenilikleri biraz uygulamaya başlayınca bazı doktor arkadaşlarımız bize güvenmeye ve bizimle çalmayı tercih etmeye başladılar. Şunu belirteyim ki çok zor bir süreçti gerçekten. Yeni bir şey olduğumuzu, yani sadece tanı laboratuvarı değil iyileştirici bir laboratuvar olduğumuzu ve yenilikler getirdiğimizi anlatmaya çalıştık. İki tane yeni projemiz var mesela bu konuda TÜBİTAK destekli.
► AKDENİZ ANEMİSİNE ÇOCUK YAŞTA TEŞHİS KOYUYORUZ
- Bunları öğrenebilir miyiz?
- Bunlardan birisi embriyolar üzerinde genetik tanı yapıyoruz. Bununla ilgili bir kit geliştirip bu kitin Türkiye’deki bütün genetik laboratuvarlarında satılmasını öngördük. Bu kit ne oluyor? Talasemi (Akdeniz anemisi) hastalığını biliyorsunuz. Türkiye’de 22 kişiden biri taşıyıcıdır.
- O kadar yüksek mi?
- Evet, çok yüksek bir oran. Türkiye, Yunanistan, İtalya bölgesinin yani Akdeniz bölgesi insanının hastalığıdır Talasemi. Bu hastalarda çözüm HLA uyumlu kemik iliği transplantasyonu yapılmasıdır. Bunun için de, tabii Talasemi tanısı çocukluk yaşta konulduğu için, o dönemde aileler için en uygun yöntem, tekrar ikinci bir çocuk yapıp o çocuğun HLA uyumlu olmasını sağlamak ve kemik iliği naklini yapmaktır.
Projedeki amacımız şu: biz bu tanıyı yapıyoruz ama bu tanıyı başka laboratuvarlar da yapsın. Türk insanı ve Ortadoğu’daki komşularımız, hastalıklar için başka ülkelere gitmesinler. Yurdumuzdaki çeşitli laboratuvarlarda da dertlerine çözüm bulabilsinler istiyoruz.
İkinci projemizde ise hamile kadınlara amniyo sentez yapmadan, yani karından sıvı alınmadan anne kanından fetüs DNA’yı sağlayabiliyoruz. Yani bebeğe ait DNA izolasyonu yapabiliyoruz.
► ÇIĞIR AÇACAK BİR YÖNTEM
- Şu anda uygulanıyor bu öyle mi?
- Şu anda rutin olarak değil, TÜBİTAK projemiz dahilinde yapıyoruz. Projenin son altı ayındayız. Birkaç düzeltme yapmamız gerekiyor. Yani optimizasyon aşamasındayız testimizin. Mesela bu da dünyada çok yeni bir konu ve Türkiye’de bizimle birlikte belki uygulamaya girecek bir şey. Gerçekten yöntemsel olarak da sosyolojik ve psikolojik olarak insanları rahatlatacak bir şey. Çığır açacak bir yöntem aslında.
► KOSGEB VE TÜBİTAK’LA
İKİ PROJE YÜRÜTÜYORUZ
- Talasemi ile ilgili proje uygulamaya girdi mi?
- Orada prototip kiti ürettik. Şimdi sırada bir KOSGEB desteği var seri kit üretimine geçmek için. KOSGEB’e onunla ilgili proje hazırlıyoruz. Seri kiti ürettikten sonra da pazarlama faaliyetleriyle başka yerlere de onu dağıtabileceğiz. Diğer projemiz TÜBİTAK ile devam ediyor. Aralık sonunda bitecek. Denetleyici öğretim üyelerimiz var, onlar gelip denetliyor. Nasıl daha fazla geliştirebiliriz diye tartışıyoruz. Amacımız onu da yeni yılda rutin tanı uygulamasına sokabilmek. Şu anda Amerika’da bu rutin olarak yapılıyor. Ama biz onu daha manuel ağırlıklı bir yöntemle yapıyoruz. Farklı bir cihaza ihtiyacımız olmasın diye. Amerika’da ‘next-generation sequencing’ diye yeni bir cihaz var. Yeni nesil dizileme araçları. Ama bu cihaz yaklaşık 500 bin dolar ve bu parayı cihaza verdiğiniz zaman otomatik olarak yaptığınız testin maliyeti de çok artıyor. Bunun için biz eskiden beri kullanılan moleküler yöntemlerle bunu yapmaya çalışıyoruz. Optimize ediyoruz. Dünyada da önce bizim yaptığımız yöntemlerle yapılmış ve sonradan otomatik sistemlere geçilmiş. Sonuçta amacımız bu tip şeylerde yeni tanı yöntemleri ortaya çıkarabilmek.
►YÖNTEMİ GELİŞTİRMEK İÇİN
60 ÖRNEK ÜZERİNDE ÇALIŞIYORUZ
- Sizin yönteminiz normal kan almaktan farklı mı?
- Hayır aynı biçimde alınıyor. Farkı belki biraz daha çok olması. Miktarı fazla, 10 CC kadar. Yalnız hemen iki saat içinde işleme almamız gerekiyor. Tek sakıncası o. Ya da eksi 80 derecede dondurulmuş olarak getirilmesi gerekiyor. Şu anki çalışmamızda yaklaşık 60 örnek topladık yöntemi geliştirmek için. Fetüsün DNA’sını izole etmemizde herhangi bir zorluk olmadı. Fetüs DNA’sını izole etmekte iki farklı yöntem denedik. Birisi kendi geliştirdiğimiz yöntem. Diğeri de Kanada’daki bir kongrede kit tanıtımı vardı. O kiti alıp denedik. Bizim uyguladığımız yöntemle Kanada’dan aldığımız kit arasında herhangi bir fark yok. Kendi uyguladığımız metodla da fetal DNA’yı izole edebiliyoruz. Sonra da farklı metodlarla yaklaşık beş günlük süren bir aşamanın ardından sonuca gidebiliyoruz. Ama bu sonucun doğruluğu yüzde 90 civarında. Biz bu testi, biyokimyasal olarak kullanılan şeylerin yerine, ‘ikili üçlü test’ diye tabir edilen testlerin yerine geçmesi amacıyla yaptık. Onların da doğruluk oranları yüzde 65 ile yüzde 80 arasında değişiyor. Duyarlılığı ve doğruluğu bunlara göre çok fazla. Amacımız, o yüzde 90’da takıldığımız yeri yüzde 95’e çıkarmak. Bunun için de kullandığımız yöntemlerde birkaç değişiklik yapıyoruz. Bunlarla birlikte deneyeceğiz. Son altı ayı da yüzde 95’e çıkarmak için uğraşmakla geçireceğiz.
- Bu orana çıkarmak TÜBİTAK’ın talebi mi?
- Öğretim üyelerimizle birlikte buna karar verdik. Bir aşamayı değiştirebilirsek doğruluk oranını artırabileceğiz, dedik. Onlar da bizimle aynı görüşü paylaştılar ve “doğru olur” dediler. Bizi bu konuda desteklediler.
► İLK ÖNCE YAZILI SONRA MÜLAKAT
- Gelecek Vaat Eden Kadın Yarışması’na katılırken bu çalışmalarınızı orada sundunuz mu?
- Evet, önce yazılı bir başvuru yaptık. Daha sonra ilk 15’e kalmış olan kadın girişimcileri mülakata çağırdılar.
- Siz kategoriye göre mi katıldınız?
- Hayır, genel olarak katıldım. Onlar bizimle yaptıkları görüşmelerin
sonucunda veya okudukları belgelere göre kategorilere karar veriyorlar.
Bizim AR-GE’ye verdiğimiz önem sebebiyle de beni Gelecek Vaat Eden Kadın Girişimci seçmişler. ► TEŞVİKLER BİZİM İÇİN ÖNEMLİ
- Sizin işinizde AR-GE büyük önem kazanıyor ve AR-GE de dünyanın en zor işlerinden birisi.
- Aldığımız teşvikler sayesinde bu yola girebildik aslında. Bu açıdan teşvikleri anlamlı kullanmaya çalışıyoruz. Önemli olan teşvikleri doğru yerlerde kullanabilmek diye düşünüyorum. Türkiye’nin temel araştırmalar yapması, özellikle biz KOBİ’ler için uygun bir şey değil. Sonuçta ürüne dönüşecek bir şeyler yapmak gerekiyor. Zaten TÜBİTAK da KOBİ’leri ancak bu koşulda destekliyor. Ortaya bir ürün çıkartıp o ürünü işler durumda sunmanız gerekiyor.
- KOSGEB’in de yaklaşımı böyle değil mi?
- Evet. Biz KOBİ’ler açısından en doğru olan da bu. Çünkü özellikle ilk sistemi kurduğunuz zaman gerçekten İstanbul’da ve Türkiye’de yeni şeyler yaparken ortada var olmak, dayanabilmek zor. Teşviklerle insan biraz da ayakta durma gücünü bulabiliyor. O açıdan bizim için önemli.
- Burası yönetim yeriniz. Ayrı bir üretim tesisiniz var mı?
- Henüz yok. KOSGEB’le bir üretim yapacak olursak ya Teknopark’larda ya da başka bir yerde kendimize uygun bir üretim tesisi kurmak istiyoruz. AR-GE’yi burada, üretimi de başka bir yerde yapmak gibi plan yaptık. Yola çıkarken, önce AR-GE’sini yapalım, ondan sonra diğer tarafta yeni üretime geçelim, dedik. Seri üretime geçecek ürünümüz yeni oluşuyor. KOSGEB’den olumlu yanıt gelirse seri üretimi farklı bir yerde başlatmayı düşünüyoruz.
- Başka ülkelerdeki araştırmacı ya da üretici tıp kuruluşlarıyla ilişkileriniz var mı? İleride işbirliği düşünüyor musunuz?
- Aslında bu fikir de bu yöntemin kurucusu olan Dennis Lo adında yıllarca İngiltere’de yaşamış Çinli bir bilim adamınındır. İngiltere’de bu sistemi kurduktan sonra patentini Amerika’daki firmaya satmıştır. İki yıl önce bir kongrede kendisiyle tanışıp bu yöntemi yapmak istediğimi söylediğimde biraz da onun yönlendirmesi ve desteği ile başladık. Bazen insan yolda yürürken ayağı tökezlediğinde, birisinin, “yürüyebilirsin” demesine ihtiyaç duyuyor. Onun beni teşvik etmesi ve daha sonra e-postalarla destek vermesi, bu yolda gidebilirim diye cesaretlenmemi sağladı. Uluslararası konferansların çok işe yaradığını biliyorum.
Diğer projede de daha önce Memorial’da beraber çalıştığım İtalya’dan Francesca Fiorentina var. Bir yıl beraber çalışmam sayesinde ondan aldığım bilgileri geliştirdim. Karşılıklı temasta kalarak bu kiti ortaya çıkardık aslında.
- Şu anda toplam kaç kişi çalıştırıyorsunuz?
AR-GE için kaç elemanınız var? - Toplam 6 kişi çalışıyor. Bir kişi tam gün AR-GE elemanı olarak görev
yapıyor. Diğerleri de rutin görevlerle birlikte paylaştırılarak yapıyor. Kimisi mesaisinin yüzde 20’sini, kimisi de yüzde 30’unu veriyor. O şekilde yapılmış bir işbirliği var. ► AMACIMIZ DIŞA BAĞIMLILIĞI AZALTMAK
- Amaçlarınız arasında Türkiye’de genetik testlerdeki yurtdışı bağımlılığı azaltmak var. Bu bağımlılık ne düzeydedir?
- Çoğu testi burada yapmayıp yurtdışına DNA veya kan örneğini gönderiyor birçok merkez. Benim amacım buradaki bağımlılığı azaltmak. Buradaki laboratuvarlarda da testlerin yapılabilmesi lazım. Bu işleri yapabilmek için de kullandığımız sarf malzemelerinin çoğunu maalesef yurtdışından alıyoruz. Bu da sonuç olarak bizim maliyetimizin yükselmesi demek. Sarf malzemesini daha pahalıya aldığımız için. Asıl amacımız bu AR-GE’leri geliştirerek kullanılan malzemelerin de Türkiye’de kaliteli biçimde üretilmesi ve sağlıkta maliyetin azaltılması. Yeni ihale yasasında da, Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerde Türk üreticiyi destekleyici bir madde yer aldı. Eğer bir Türk ürünü ile aynı sonuç alınabiliyorsa, hiçbir şeye bakılmadan Türk ürünü alınacaktır deniliyor. Sanıyorum 6-7 ay önce çıktı. Bu karar bizi destekleyen bir karar ve bizim açımızdan ümit verici.
► İNSANIN EN KIYMETLİMETARYALİ DNA’SIDIR
- DNA’larla ilgili Oktar Babuna olayı yaşandı. Sayısız kan örnekleri alındı ve yurtdışına gönderildi. Dönemin Sağlık Bakanı Osman Durmuş buna karşı çıktı. Türklerin DNA haritasının çıkarılacağı söylendi. Ne diyorsunuz bu olaylara?
- Bakanlık o dönem çok doğru davrandı diye düşünüyorum. Ancak Türkler biraz karışık bir millet olduğu için DNA haritasını çıkarmak biraz zor. Türkiye’de çok değişik yerlerden gelen insanların birleştiği bir millet yaşıyor. Hepimizin kökeni farklı. Çerkez, Kürt, Çeçen, Laz vs. Bir insanın en kıymetli materyali DNA’sıdır. Geçen gün bir yazı vardı gazetede. Madonna, DNA’sını vermemek için konsere geldiği yerde kullandığı, giydiği her şeyi yanına alıyor. Hiçbir şeyi bırakmıyor. Kirli bulaşık bile bırakmıyor.
► TOPLANAN DNA’LAR TİCARİ AMAÇLA KULLANILDI
- Peki DNA’nızdan örnek alırlarsa ne olur?
- DNA’nıza uygun virüs, ilaç yapılabilir. Yüzde 99 oranında hepimizin DNA’sı aynı olsa bile yüzde 1’lik farklılıkla bireysel ilaçlar, bireysel silahlar her türlü şey yapabiliriz. Onun için o yıllarda maalesef Türkiye’de DNA’nın en kıymetli materyal olduğu bilinci gelişmemişti. O yıllarda GENOM projesi vardı. İnsan DNA’sının şifresinin okunması ve çözülmesi aşamasındaydı. 2003 yılında GENOM projesinin bitmesine bunların çok katkısı olmuştur muhtemelen. Her ne kadar GENOM projesini çözümlemek için sadece tek bir insanın DNA’sına ihtiyaçları yok bir çok varyeteye ihtiyaçları var. O varyeteden yola çıkarak bir şeyler söyleyebilirler. Orada birkaç tane şirket vardı. Onlar o yıllarda bizim DNA’larımızla milyarlarca dolar para kazandılar. DNA’larda yaptıkları çalışmalarla. Farklılıkları göstermek için farklı DNA’lara ihtiyaçları var. Yoksa o yıllarda toplanan DNA’lardan kimsenin ilaç veya Türklerin haritasını bulması mümkün değil ama o zaman yollanan DNA’ların bir farklı amaçla kullanıldığını düşünüyorum ben de. Ya da o DNA’lardan farklı kazançlar sağlanabileceğini.
► DNA’LAR NEDEN SAKLANIYOR?
- Şu anda gündemde DNA saklaması diye bir şey var.
Ne açıdan gerekli oluyor DNA saklaması? - DNA saklamasını biz şu durumlarda yapıyoruz. Mesela bir çocuk hasta geliyor. Şu andaki teknoloji ve bilimin öngördüğü biçimde biz o çocuğa tanı koyamıyoruz. Daha sonraki sağlıklı gebelikler açısından, o zaman diyoruz ki
“Biz bunun DNA’sını alalım, DNA’sını saklayıp, daha sonraki yıllarda gelişen teknoloji ile çocuğu tanı koymaya çalışalım.” Çünkü bu arada hasta çocuk kaybedilebilir. Tüp bebek tedavilerinde sperm veya yumurta dondurulmasında DNA saklıyoruz. Saklanan materyalin o kişiye ait olduğunu göstermek için de ebeveyn adayından bir DNA örneği alıyoruz, onları o şekilde eşleştirebilmek, o spermin sahibi bu DNA’dır, diyebilmek için. Bilinmeyen hastalıkların tanısını koyabilmek için bu şekilde kullanılan yöntemler var.
► DNA enyaygınmukozadanalınır
- Örnek DNA nasıl alınıyor?
- Yanak içi mukozadan alabilirsiniz. Kan alabilirsiniz. Saç kökü olabilir. Deri sürüntüsü olabilir ama onlardan DNA elde etmek zor olur. En sık kullandığımız yöntemler yanak içi mukozası ve kan almaktır.
- Televizyonda eskiden izlediğimiz CSI Miami adlı dizide, polisler zanlılara, “şu kulak pamuğunu ağzının içinde bir dolaştır bakalım” diyorlardı. Bu şekilde DNA örneği alınabilir mi? Bu yeterli olur mu?
- Yeterlidir. Diş fırçanızı ağzınızın içinde dolaştırdığınız zaman
o da yeterli oluyor. - DNA’lar özel, soğuk bir yerde mi saklanıyor?
- DNA’nın saklanması için soğuğa ihtiyacımız yok. Düşünün mezardaki kemiklerden aradan yıllar geçse de DNA alınabiliyor. Biraz elde etmesi
daha sıkıntılı, izolasyonu daha zordur, DNA kırılmaları yaşanabilir ama sonuçta alınıyor. DNA dünyada kalabilen bir şey. Kırılma, bozulma olabiliyor. O nedenle yaptığınız çalışmayı bir kez değil de birkaç kez tekrar ederek yapmanızda yarar var. ► HER HASTALIK KALITIMSAL OLARAK GEÇMEZ
- Genetik meselesinde şunları da öğrenmek istiyorum. Kanser, kalp, şeker gibi büyük hastalıklara kesinlikle kalıtımsal diyebilir miyiz?
- Kalıtımsal olan kanser hastalıkları var. Her kanser kalıtımsal değil. Her kanserin genetik kökeni olduğunu biliyoruz. Hücre içindeki DNA’nın bir şekilde mutasyona uğraması sonucunda kanser meydana gelebiliyor. Ama ben bir şekilde akciğer kanseri oldum diye çocuğumun da akciğer kanseri olması gerekmiyor. Hücrelerimde de öyle bir bozukluk varsa onu çocuğuma aktarabilirim. Yani kalıtımsal bir şeyse aktarabilirim. Meme kanseri, yumurtalık kanseri, bazı bağırsak kanseri tipleri, bazı çocukluk çağı kanserleri kalıtımsal. Bazı P53 mutasyonu her türlü kanseri yapabiliyor. Ailede çoklu kanser durumu varsa onun üzerinde durmak gerekiyor.
► ÇEVRE KOŞULLARI VE BESLENME DE ETKİLER
- Aile büyüklerinde kanser varsa, sonra gelenlerin de tedbirli olması gerekiyor öyle mi?
- Evet ama epigenetik faktörler dediğimiz yaşadığımız çevre koşullarını değiştirince riski de değiştirebiliyoruz. Örneğin 40 yaşında hastalanacaksak bunu 50’ye çekebiliyoruz.
- Sizin kanser danışmanlığı dediğiniz bu oluyor değil mi?
- Evet. Ailede jenerasyonda kanser var mı? Hangi tip kanserler olmuş? O tip kanserler olmuşsa ne tip mutasyonlar olabilir? Bunları öncelikle bize başvuran kişide arıyoruz. Mutasyon yoksa daha başka şeylere bakıyoruz. Ama aileden gelen kanserlerde beslenme modelleri de önem kazanır. Ailede kanser varsa, İstanbul’da şehir içinde oturmayın diyebiliriz. Fabrika yanında oturmayın, egzoz dumanı solumayın. Cep telefonu az kullanın.
- Kanserin kalıtımsal olduğu konusunda yaygın bir inanç var. O yüzden, ailemde kanser yok ben rahatım, diyebilir mi kimse?
-Hayır. Kalıtımsal olmaması demek bizim genetik olarak DNA’mızın şaşırıp kanser etmeyeceği anlamına gelmiyor. Çevre ve beslenme koşulları önemli. Beslenme daha da önemli. Biliyorsunuz bir atasözü var: Sen ne yersen osun. Bizim ne yediğimiz belli olmuyor çoğu zaman. O yüzden neremizden ne çıkacağını da bilemiyoruz.
- Peki kalp hastalıkları ve şeker hastalığı için ne diyebiliriz?
- Onlarda kalıtımsallık çok daha fazla. İncelediğimiz genetik parametreler, kalp hastalığında, inme hastalığında daha fazla.
► GDO’LU ÜRÜNDEN KAÇALIM
- Sağlıklı yaşam danışmanlığı açısından bakarsak, genel olarak insanlara sağlıklı yaşamak açısından neler söyleyebilirsiniz?
- Öncelikle yediklerine çok dikkat etmeliler. GDO’lu ürün tüketmemeye baksınlar. Organik ürünler yenmeli. Gerçi organik denenlerin gerçekten organik olup olmadığını da bilmiyoruz. Belki de kandırılıyoruz. Sonuçta kullanılan tohumların hemen hepsi genetiği değiştirilmiş organizmalar. Mümkün olduğunca az ilaç verilmiş meyve, sebze ve eti tercih etmek lazım.
Ayrıca, az proteinli beslenmeliyiz. Biliyorsunuz son yıllarda kanser vakalarının sayısı artıyor. İnsan ömrü uzadıkça, diğer hastalıklardan ölüm azaldıkça kanser öne geçiyor. Öte yandan 10 yıl önceki kanser tedavisi ile şu andaki kanser tedavisi de aynı değil. 10 yıl önce bazı kanser vakalarına ölümcül diye bakılırken ve örneğin meme kanseri tanısı almış birisi 2-3 yıl içinde kaybedilirken şu anda meme kanseri tanısı konulduktan sonra 10 yılın üstü rahatlıkla konuşulabiliyor. Tabii hücre tipine ve yayılma durumuna da bağlı olarak. Hastalığın ilerleyişine göre de değişiyor. Bunları kabaca söylüyorum. ■
Yükleniyor...
İLGİLİ HABERLER
YAZARLAR
Tümü
ÖZEL HABER
HAVA DURUMU
SÜPER LİG
|
|